22 Şubat 2011 Salı

Fenerbahçeli DİZİ Seyredemez...




Türkiye'nin vazgeçilmezidir diziler. Dizi takip etmeyen, bilmeyen sevmeyen nerdeyse yok gibidir güzel ülkemizde. Kimi yerlisini sever, kimi yabancısını, kimi aksiyon, mafya dizilerini, takip eder kimi de aşk, şehvet dizilerini. Hepimizin tarzına uygun konusu olan bir dizi vardır mutlaka. Her hafta sabırsızlıkla beklenir o dizinin yeni bölümü ve ertesi günün tek konusu olur o bölüm.

Benim de sevdiğim, takip ettiğim diziler elbette var, daha doğrusu vardı! bir kaç sene öncesine kadar. Şimdi hiçbirini düzenli takip edemiyorum malesef. Neden mi? Sebebi Fenerbahçe! evet itiraf ediyorum Fenerbahçe bütün dizi keyfimi bitirdi. Ne alakası var demeyin. Bu bütün Fenerbahçe'lilerin başlıca problemi. Gerçi kimse bu durumdan şikayetçi, değil aksine birhayli mutlu, ancak evde, işte, misafirliklerde gündem dizi olunca bu konuya katılmak biraz sıkıntı oluyor. Sözün özü Fenerbahçeli taraftar, dünyanın her dalda şampiyonluğa oynayan bir kulubun taraftarı olmanın cezasını dizilerini seyredemeyerek çekiyor. Düşünsenize, Türkiye'de ve Avrupa'da bütün kupalara talipsiniz ve başarıyla mücadele ediyorsunuz, bu durumda neredeyse camianızın maçının olmadığı gün olmuyor, Spor sevdalısıysanız dizilerde size haram oluyor. 

Gün yok ki Fenerbahçe'nin herhangi bir branşta, herhangi bir maçı olmasın. Hergün bir Fenerbahçe maçi, hergün bir başarı heyecanıdır gidiyor taraftarda. Hatta Sarı Meleklerimizin dünya şampiyonluğu, taraftarda ki başarı inancını iyice artırdı, tribünleri bayram yerine çevirdi ve Fenerbahçe maçları reyting rekorları kırmaya başladı. Mesela bugün, günlerden salı ve bir çok izleyecek dizi var, ama tabiki de Fenerbahçemizin maçı da var. Potanın kraliçeleri bugün final four'a kalmak için son eleme turunun ilk maçına çıkıyor, yani kim takar TV'de ki diziyi? Açacağım Fenerbahçe TV'mi, keyifle, heyecanla, gururla izleyeceğim bugün de Türkiye'nin gururu, Fenerbahçe'li kızlarımızın maçını. Peki diğer takım taraftarı dostlar, siz hangi diziyi izleyeceksiniz bugün?

11 Şubat 2011 Cuma

My Report

Robb Report, diye bir dergi vardır, tahminen bilmeyen de yoktur. İnsanların hayallerini süsleyen, ama ulaşılması neredeyse imkansız, zevkleri, hobileri, gayrimenkulleri, oyuncakları tanıtır, altınada hepsinin fiyatını yazar ki, sadece bakıp bakıp yalanın, ama heveslenmeyin diye. Bende kendi "Report"umu paylaşmak istedim, belki ulaşırım, belki zaten ulaşmışımdır belki de hiçbir zaman ulaşamam, bırakın bu detaylar bende kalsın, sizler zevkimi öğrenmiş olun, kesişen zevklerimiz, mutlaka vardır ve görün ki futboldan, başka şeyler de yazabilirim. :)


AUDEMARS PIGUET:  işte en beğendiğim saat markası. Dünyanın belki de en prestijli, kaliteli ve güzel saatlerini üreten Audemars Piguet, benim  gönlüme Royal Oak Offshore modeli ile girdi. Uzun zamandır varolan bu model, yüksek fiyatına rağmen belki de markanın en çok satan modeli. Çelik, sarı altın, kırmızı altın ve kauçuk kayış opsiyonları bulunan, onlarca renk alternatifleriyle birlikte Royal Oak Offshore modeli, diğer modellerinden biraz daha büyük ve daha sportif ve günlük kullanım için çok uygun. Benim bu modelde ki tercih ettiğim aksesuar ve renk seçenekleri ise aşağıda ki resimde bulunan, çelik kayışlı, beyaz üstüne siyah, chronograph olan modeli. Bu saatin yaklaşık fiyatı CHF25,000-CHF30-000 arası. 

CARACTERISTICS

Case:SteelCategory:Casual
Bracelet strap:MetalSize:Ø 42.0 mm
Buckle:Folding BuckleThickness:-
Setting:NoWaterproofness:100 m
Movement:Selfwinding mechanical
Functions:Date, Chronograph
Reference:26170ST.OO.1000ST.01Collection:Royal Oak
Year:2009

JEANNEAU: Tam olarak ne zaman oldu hatırlamıyorum, ama içimde bir tekne merakı oluştu. Ancak biliyorum ki ben rahatıma düşkün, konforu seven bir kişiyim, yani ufacık teknelerde günlerimi geçirip, o meşakatli işleri yapamam, yapmam!. Bu durumda ya kaptanlı, çalışanlı ve çok lüks bir teknem olmalı ya da küçük, günübirlik, bilemedin bir iki gün denizde geçirebileceğim rahat bir teknem olmalı. Aralarda Boat Show'lara giderim ve yeni modellere bakmayı severim. Geçen sene de Bodrum'da gerçekleşen bir Show'a gitme imkanım oldu. İşte orda tam benim gibi birine hitap eden teknenin resimleriyle karşılaştım. Ve tabiki markası da, denizcilik dünyasının büyük ismi Jeanneau. Yepyeni bir konsept tasarlamış ve motor yatı, olabildiğince teknolojik, compact ve lüks hale getirmiş.  Modelin adı  New Concept ve değişik ebat seçeneklerine sahip. Fiyatları hakkında çok bilgi sahibi olamadım, yine de istediklerim arasında üst sıralardaki  yerini aldı bu harika tasarım.

Tanıtım videosu için: 

http://www.jeanneau.fr/nc11/en/video.html 

CONCEPT 11


Tam Boy:10,85 m.
Gövde Boyu:10,55 m.
Maksimum En:3.73 m.
Su Çekimi::0,90 m.
Deplasman:5.900 kg.
Tam Yükseklik:2. 70 m.
Motor:VOLVO 2 x D3 200 hp
Kamara:2
Yatak:4 - 6
Yakıt Kapasitesi:700 lt.
Su Kapasitesi:250 lt.
CE Kategorisi:B - 10 / C - 10
Tasarım
:
Jeanneau & Garroni- Premorel Concept








9 Şubat 2011 Çarşamba

Teşekkürler Kaptan Alex....





Kimi insan vardır, sevilir, saygı duyulur,ama yaptığı işte başarısızdır, kimi insanasa, Allah yetenek vermiştir, ama sempatinin, mütevaziligin zerresini verirken es geçmiştir, bu sebeple de bu kişiler yeteneğinden dolayı insana tepeden bakma hakkını kendinde bulur. Futbol camiasında da bu iki türden insanlardan çokça görebiliriz. Hatta antipatik ve kabiliyetsiz olanından da bolca vardır malesef. Ancak tam tersi olan futbolcuları, yani hem kabiliyetli, hem de mütevazi ve sempatik olanları, tarihimizden bugüne, saymaya kalkarsanız iki elin parmaklarını geçmeyecektir.

Örneğin, Sergen, Hagi, Ceyhun, üçüde Allah tarafından yetenekle ödüllendirilmiş, ama gram sempati verilmemiş, Türkiye'ye gelmiş en iyi futbolculardandır. Bu yeteneklerinin verdiği ukalalığı, çirkefliği ve saygısızlık hakkını kendilerinde hak olarak görmüşler, kendilerini idol yapanlara bile zaman zaman sevimsiz davranışlarda bulunmuşlardır. Oynadıkları takımın fanatik taraftarı hariç kimse tarafından da sevilmezler. Bir de kabiliyetsiz, ama kişiliğiyle kendisini sevdiren, yani Hagi'nin, Sergen'in tam tersi olan, bu yüzden takımında taraftarının desteğiyle barınabilen futbolcular vardır. Örneğin, eski Fenerbahçeli İlker, Hakan Şükür, Beşiktaşlı Recep. Tamam Allah bunlara çok fazla yetenek vermemiştir, ama adamlar yıllarca iyi niyetle takımlarına hizmet etmişler ve başarılar yaşatmışlardır, tribunler de kendilerini çok sevdiği için herzaman desteklemişlerdir. Düşünsenize Hakan Şükür bu sevgiyle, destekle Türkiye'nin en büyük golcüleri arasına girdi. Bazen düşünüyorum, ben de futbolcu olsam, bu desteği görsem, acaba Türkiye'nin Messi'si olabilirmiydim? diye :). Asıl bir de Allah'ın yetenek dağıtırken, sempati dağıtırken unuttuğu futbolcular vardır ki düşman başına. Hem sevimsizdir, hem yeteneksizdir hem de kendisini dünyanın en iyi futbolcusu sanmaktadır. Biliyorum hemen aklınıza Sabri, İbrahim Üzülmez, Servet, eskilerden Arif Erdem geldi, ama ben söylemedim, siz söylediniz :) . 


Her neyse konumuza dönelim. Allah'ın hem yetenek, hem sempati, hem zeka, hemde mütevazilik verdiği kişilerden, benim dünya gözüyle gördüğüm iki üç kişiden birine. Fenerbahçe'nin kaptanı, idolü, kurtarıcısı Alex De Souza'ya. Bugün itibariyle Alex'imiz Fenerbahce'yle iki yıl daha kontratını uzattı ve biz futbol sevdalılarına iki yıl daha kendisini keyifle izleme olanağı tanıdı. Alex geldiğinden beri onlarca futbolcuyla kıyaslandı. Bir yıldız geldi Türkiye'ye on tane Alex eder dendi, diğeri için onbeş Alex dediler, dediler de dediler, ama hepsini toplasan hiçbir zaman bir Alex etmedi. Neden mi çünkü Alex, futbolculuğunun yanına insanlığını mütevaziliğini koydu. Yuhalandı kafasını önüne eğip soyunma odasına gitti, alkışlandı taraftarı abartısız mütevazice selamladı. Ailesiyle seviyeli yaşadı ve en önemlisi, yerine düşünülen her genç oyuncuya sahip çıktı elinden geldiğince yol gösterdi. Ve yavaş yavaş O'nun varlığıyla yanında yetişen genç yetenekler kadroda yer bulmaya başladı. 

Sözün özü, Alex hem futboluyla, hemde adamlığıyla kulubune hizmet etti ve etmeye iki sene daha devam edecek. Biz de keyifle tribunlerden, TV'den bu büyük sihirbazı izleyeceğiz.  Bize bu fırsatı veren Alex'e, Alex'le devam kararı alan Aykut Kocaman'a ve anlaşma sağlayan Fenerbahce yonetimine binlerce teşekkür.....

Ankara vs Istanbul- Simit Savaşları



Türk halkının, sabah kahvaltısı, öğle yemeği, beş çayının yanında ki değişmez yiyeceğiğidir simit. Peynirin kankası, domatesin, biberin yakın arkadaşı, kuşların besin kaynağı, zenginin, fakirin, gencin, yaşlının değişmezi, statüsü olmayan, din, dil, ırk ayırt etmeyen belki de tek besin kaynağıdır simit. Hala hak ettiği yeri bulamayan bu ucuz, lezzetli ve doyurucu besin, son yıllar da çok fazla reyting kazandı. Girişimcinin dikkatini yüksek kar marjıyla çeken ve yatırımcıları ucuza mal ettirip sürümden kazandıran simit aslında Ankaralı ve İstanbullular arasında büyük bir rekabetin sebebidir. Ankaralı da İstanbullu da kendi simitinden vazgecmez, bir de gevrek vardır ki İzmirlilerin simidi, o da aslında İstanbul simidinden türemiştir.

Ankara simidi daha koyu renkli, daha ince ve daha doyurucudur, İstanbul simidi ise tek başına çok tercih edilmeyen, genellikle peynirle birlikte satılan, daha göz doyurucu ve daha büyüktür. Meşhur Simit Sarayı markasıyla birlikte, İstanbul'un simidi Ankara simidinden daha fazla prim yapmıştır. İtiraf etmek gerekirse, Simit Sarayının gerek konsepti, gerekse de lezzeti fena da değildir, ancak bir Ankaralı olarak benim kişisel tercihim, her zaman Ankara simidi yemekten yanadır, bu yüzden bir, iki kere dışında gitmişliğim yoktur Simit Sarayına. Aslında orta okul çağlarıma kadar simidi bir tek Ankara simidinden ibaret sanıyordum, diğeri gelince kötü yapılmış bir simit sanıp burun kıvırıyordum, daha sonra ögrenince bütün İstanbulluların bu simitle büyüdüğünü bir hayli şaşırmış ve üzülmüştüm İstanbullular için.

Bu üzüntümden yola çıkarak, ben de düşündüm taşındım, Ankara simidini ve bu lezzeti önümüzde ki yıllar da, Türkiye'nin bütünüyle tanıştırmaya  karar verdim. Bu işe yatırım yapmak için hazırlıklara başlıyorum.Niyetim ilk olarak  kendi çöplüğümüzde doğup büyümek ve herşeyimle hazır olunca yuvamdan uçup , tüm Türkiye'ye belki de dünyaya ulaşmak. Bu konuda ki hazırlıklarımı tamamladıktan sonra, sizlerle detaylı bir şekilde paylaşacağım, ancak şimdilik bu kadar.

Sevgiler


Not: Bu konu hakkında düşünceleriniz benim için yol gösterici olabilir, sabırsızlıkla bekliyorum.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Sabrın Sonu Selamet...

Değişim, 2009-2010 sezonunda başlamıştı aslında, ama ligin son maçında ki talihsiz sonuç, bütün planları altüst etti bir anda. Fenerbahçe geçen sezon şampiyonluğu kaybettiği gün, tarihinde her zaman olduğu gibi, gemileri yaktı yine. Bütün sezonun emekleri bir maçta yok olmuştu. Taraftar isyanlarda, yönetim çaresiz ve futbolcular özgüvensizdi. Herkesin yeni yapılanma, gençlere fırsat verme ve içimizden birinin Teknik Direktör olması hayali daha da fazla dile getirilmeye başlanmıştı. Yönetim de elini taşın altına koydu ve populist transferler, yabancı hocalar ve şatafatlı hamleler yerine tam da herkesin hayalini gerçekleştirdi. Içimizden biri olan Aykut Kocaman'ı takımın başına getirdi, planlar doğrultusunda genç ve geleceği aydınlık oyuncular transfer edildi, son dakika aksaklığıyla bir tek otuz yaş üstü Niang alındı, O'da kanımca takımın tecrübe ve kalitesini artırdı. Alt yapıdan gençler çıkartıldı ve mevcut yıldızlarımızlla beraber idman yapma, maça çıkma şansı tanındı. Lafta bakınca herşey güllük gülistanlıktı, ancak bu yeni oluşumun çok ama çok fazla sabıra, hoşgörüye ve desteğe ihtiyacı vardı. Bu da Fenerbahçe gibi bir kulubün kimyasına ters gözüküyordu, çünkü Fenerbahçe taraftarıyla, yönetimiyle, medyasıyla aceleci ve başarıya endeksli bir camiaydı. Bu zaman kadar her zaman başarısız olan kişi, anında gönderilmişti kulüpten ve yeni yapılanma da en ufak bir başarısızlık veya istenmeyen sonuç, hem yönetimin hem de hocanın sonu olacaktı.

Sezon hazırlıkları başladı, herşey yolunda gidiyordu. Taraftar hocasına, yönetim, taraftara sonuna kadar güveniyordu. Lig başladığında ve ilk yarının sonuna gelindiğinde, işler kötü gidiyor, homurdanmalar başlamış, hoca ve takım özgüvensiz hale gelmişlerdi. Avrupa Kupalarına veda edilmiş, Türkiye Kupası mucizelere kalmış ve Ligde de rakibin dokuz puan gerisine düşülmüştü. Allah'tan devre arasına girildi ve taraftar en azından transfer ümitleriyle oyalandı bir müddet, aslında bu da takımın çalışması için iyi bir fırsata dönüşmüştü. Devre arası kampında küskün oyuncuların gönülleri alındı, form düşüklüğü yaşayanlar form tuttu ve takım gerçek bir takım kimliğine dönüştü.

İkinci yarının başlamasıyla, takımdaki kımıldanma gözükmeye başlamıştı, ancak taraftar transfer bekliyordu ve yeni eleştiri konusu, halen transferin gerçekleştirilmemesiydi. Bu konudan da en çok nasibini haklı olarak yönetim aldı, çünkü transfer spekülasyonları sürekli sürüyor ve onlarca futbolcunun adı Fenerbahçe'yle beraber anılıyor ancak gelen giden olmuyordu. Transferin son günü gelip çattığında tablo şöyleydi, iki oyuncu gönderilmiş ve yerine gelen olmamıştı. Yani eksi ikiydi. Ama bu süre zarfında   takımın ciddi bir ilerleme kaydetmesi ve iyi sonuçlar almaya başlaması takıma olan inancı taraftarın gözünde arttırmıştı.

Yıllar önce bir Fenerbahçe, Gaziantep maçı vardı ilk yarısı üç sıfır Gaziantep'in üstünlüğüyle sona ermiş, devre arasında tatsız tartışmalar yaşanmış ancak ikinci yarıya başlarken Fenerbahçe taraftarı bir anda ortalığı yıkarcasına kenetlenmişti. Sonuç!, hala dillere destan olan sonuç üç sıfırdan dört üç galibiyet. Bu sezonun başlangıcında ki taraftarın takımla kenetlenmesi de bana direk bu maçı hatırlattı. Şampiyonlukta ki rakibimiz Trabzonspor maçı bu kenetlenmenin başlangıcı oldu. Küskün taraftar grupları, stada geri döndü, futbolcuların özgüvenleri yerine geldi ve hocaya olan güven gözle görülür şekilde arttı.

Trabzon maçı tam da taraftarın bekledigi gibi galibiyetle  sonuçlanmıştı. Futbolcuların yüksek performansı, taraftarın muhteşem şovu, bu galibiyetin en büyük mimarıydı. Herkes bu performansın, sadece bu haftaya mahsus olduğunu düşünüyordu, sadece Fenerbahçe taraftarı inanmıştı yine takımına. Bir sonraki hafta çok önemliydi çünkü deplasmanda herkese, bir önceki haftanın, tek haftalık bir başarı olmadığını göstermek gerekiyordu. Keza taraftar deplasmandaki desteğiyle, futbolcular da sahadaki oyunlarıyla cümle aleme gösterdiler geçen haftaki başarının tesadüf değil, çalışmanın ürünü olduğunu herkese inandırdılar.

Şimdi artık hedefe yürüme zamanı geldi. Fenerbahçe'nin önünde birbirinden zorlu maçlar ve her zamanki gibi Fenerbahçe'yi alaşağı etmek üzere planlar var. Ancak Fenerbahçe taraftarı artık uyandı, futbolcular birbirine inandı, en önemlisi de bu kadronun Türkiye'de ki en iyi kadro olduğu gerçeği herkes tarafından açıkça anlaşıldi. İki hafta önce şampiyonlukla birlikte adı bile geçirilmeyen Fenerbahçe şimdi şampiyonluğun en büyük adayı haline geldi. Belki kötü haftalar da olacak Fenerbahçe için hatta berbat oyunlar, kaçan inanılmaz goller, ama bu camia gördüki bu aksiliklerin tek çözümü birlik olmak ve sabretmek. Çünkü Sabrın Sonu Selamet......



Gazamız mübarek olsun!