25 Mart 2011 Cuma

HAKLI ÇIKMAK GÜZEL

Fikir ayrılığına düşen insanların, zamanı geldiğinde yani haklının ve yanılanın ortaya çıktığında, büyük bir keyifle söylediği, ama karşı taraftakinden duyunca da acaip gıcık kaptığı bir sözdür "Ben Söylemiştim" lafı. Ben de şu an haklı çıkan biri olarak büyük bir keyifle, iddiamın doğru olduğunu haykırıyorum benimle hem fikir olanlara ve bütün bir sene bana aksini iddia edenlere... Evet Ben Söylemiştim! Beşiktaş Fenerbahçe'nin on yıl evelki transfer politikasını uyguluyor, Galatasaray'da başarıyı yakalamak için, temcit pilavı gibi, tekrar tekrar, artık miyadı dolmuş kişilerle çalışmayı sürdürüyor diye. Ben bu yanlış stratejiler başarısızlığı getirir dediğimde de bana fanatik, subjektif yakıştırmalarında bulunuluyordu. Peki şimdi söylediklerimi hatırlatıp, malum sonuçlarla ne kadar benzerlik gösterdiğini görünce beni tebrik edecekmisiniz? Etseniz de etmeseniz de Ben Söylemiştim! bu da kanıtı....

Sene başında Fenerbahçe, Aykut Hocayı getirdiğinde Beşiktaş dünyanın en iyi! hocalarından birini getirdiğini iddia ediyordu, Galatasaray'ın başında da Barcelona'nın büyük! hocası Rijkaard vardı. Fenerbahçe iskeletini bozmadan, genç takım oyuncularına yönelipte, Beşiktaş Quaresmalar, Gutiler, Galatsaray Misimovicler, Pintolar getirince, kaliteli! basınımız başlamıştı Fenerbahçe'yle uğraşmaya, taraftarı kışkırtmaya. Fenerbahçe taraftarı bile ümidini kesmişken, takım Avrupa'dan elenip, ligde de liderin 9 puan gerisine düşmüşken, ben hiddetle, doğru yolda olduğumuzu ve Hocanın elinde sihirli değnek olmadığını, bu sene olmasa bile takımın yakında başarıyı yakalayacağını savunuyordum. Bana Pollyanna diyenler, fanatik diyenler, futboldan anlamıyorsun diyenlerde bu dönemde bir hayli çoktu. Beşiktaşlı arkadaşlarım özellikle çok havaya girmişler ve 4. haftadan sonra kendilerini şampiyon ilan etmişlerdi bile. Daha sonra devre arasına gelindiğinde, Galatsaray büyük! hocasını gönderip, yerine efsaneleri! Hagi'yi getirmişti. Ve her iki kulüpte sene başında yaptıkları kadar daha transfer yapmıştı. Fenerbahçe ise eleştirilere inat, amacından şaşmadan, kimseye aldırış etmeden, hocasıyla ve sene başında ki oyuncularıyla yola devam etti. Tam bu sırada Fenerbahçe'ye saldırılar, eleştiriler daha da arttı. Ancak futbola biraz tarafsız bakabilen, takım oyunu olduğunu anlayabilen herkes aslında çok rahat görebilirdi geleceği ve kimin doğru yolda olduğunu. Ve ben tekar ediyorum ki "Ben Söylemiştim" bu olacakları da.

Şimdi ligin ikinci yarısının ortalarındayız ve duruma baktığımızda tam da aklı selim kişilerin ve benim söylediğimiz gibi! Fenerbahçe ezeli rakiplerinin ve diğer tüm rakiplerinin üstünde lider durumda. Ezeli rakipler ise ilk 10'a girme mücadelesinde.  Sonunda Fenerbahçe şampiyon olurmu olmazmı bilinmez, çünkü hala alışma süreci devam ediyor, ancak şu da bir gerçek ki ligin en iyi, en hızlı top oynayan takımı açık ara Fenerbahçe. Ve bunu önceden söyleyip, hem de en kötü günlerde, sonunda da haklı çıkmak çok güzel. Ben Söylemiştim demeyi de ayrı bir sevdim. Ve yeni bir iddia da bulunuyorum, isteyenle de yakın zamanda yüzleşmeye yine hazırım. İddia ediyorum ki Fenerbahçe bu yolundan dönmez, rakipleri de toparlanmak adına doğru işler yapmazsa, kalite farkı daha da fazla açılacak ve bunu kapatmak adına oynanan bel altı oyunlar daha da çirkinleşecek. 

7 Mart 2011 Pazartesi

Ya Bu Olay Bizim Ülkemizde Olsaydı?

Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline gelindiğinde, son kalan sekiz takımın favorisiydi Barcelona. Avrupa'da, İspanya liginde, geleni geçeni eziyor adeta rakip tanımıyordu Katalan ekibi. Taraftarından, medyasına, kulup yöneticilerinden, sporcularına, hepsi kenetlenmiş, Şampiyonlar ligi kupasının şehirlerine geleceği günü bekler olmuşlardı. Ne de olsa Messi, İniesta, Xavi onlardaydı. Daha sonra öyle bir olay patlak verdi ki, bütün Avrupa birden çalkalandı, İspanya basını, futbol fedderasyonu, hatta hatta sağlık kurumları bir anda kendi ülkelerinin değil de düşman ülkenin takımıymış gibi, ayıplamaya, yermeye ve daha sonuç çıkmadan idam hükümleri vermeye başladılar, olayın kahramanlarına. Evet dünyanın bir numarası Messi'de doping çıkmıştı. İkinci test bile sonuçlanmadan, başladılar hükümler vermeye, cezalar kesmeye. Messi'de yolu kendi ülkesine kaçmakta buldu, hemde cezası kesinleşmeden. Bütün takım arkadaşları biliyordu gerçeği ve aynı iftiraya kurban gitmekten korkuyorlardı, daha sonra federsayon, doping testini Messinin takım arkadaşı, İniesta'dan da istedi. Haliyle korktu o da ve takımından ayrılma yolunu seçti. Bir anda takım daki, uyum, konsantrasyon ve heyecan yerini üzüntüye, güvensizliğe ve endişeye bıraktı. Hemde Avrupa'da ki o önemli maç öncesi. Sonramı, haliyle elendi Barcelona ve veda etti kupaya. Tam bu sırada bir haber geldi. Bütün bu yapılan doping testi, yalan çıktı. Ancak iş işten geçti ve Avrupa'da başarı, başka bir bahara kaldı. İspanya doping kurulu özür diledi, federasyon başkanı, hatanın kendilerinden kaynaklanmadığını söyledi, doping testi yapan hastane de görevini başarıyla yapmanın haklı! gururuyla yoluna devam etti. Sonuçta ceza, olayda tek suçu olmayan Barcelona'ya kesilmiş oldu, hem de milyonlarca euro çöpe attırılarak, emekler harcattırılarak ve Avrupa'ya veda ettirilerek. Tabi ayrıca ilerde Rooney, Drogba gibi adamlar da bu ülkeye güvenip nasıl gelecek, o da ayrı bir tartışma konusu olarak merak edilmeye başlandı.




İşte bu hikayeyi duyduktan sonra Allah'a şükrettim. İyiki İspanya'da değil Türkiye'de yaşıyorum diye. Ya benim memleketim de, benim takımımın başına gelseydi, bu olaylar. Yüzsüzce bu açıklamayı yapsaydı sorumluları. Ve herşeyden önemlisi, Türk sporuna vurulan bu kara lekeyi basınımız, devletimiz, federasyonlarımız ve sağlık kurumlarımız görmezden gelip, üstünü örtme çabasına girseydi? İşte o zaman ne yapardım bilmiyorum, herhalde yerin dibine girerdim diğer ülke insanın yanında. Daha da önemlisi, utanırdım herhalde yurdum insanının bu soysuzca, art niyetli görmezden gelişinden, ama yine de daha çok bağlanırdım haksızlığa uğrayan kulubume ve daha fazla saygı duyardım, sayısı az da olsa, bu alçaklığa tepki gösteren kişilere.