23 Mayıs 2011 Pazartesi

Helali Hoş Olsun Fenerbahçem...

Hani derler ya, herşeyin emek sarfedilerek, alın teriyle kazanılmışı güzeldir diye. Herhalde bunu en iyi bilen Fenerbahçe'lilerdir, çünkü Fenerbahçe Spor Kulübü'nün, her branşta kazandığı şampiyonluğun ayrı bir değeri, sarfedilmiş emeği ve hikayesi vardır. Türkiye'nin en çok başarı kazanmış kulübü olmasına rağmen, aslında en zor şartlarda mücadele eden kulübüdür Fenerbahçe. Bu yüzdendir ki, kazanılmış şampiyonluklar ve başarılar, daha fazla coşkuyla, neşeyle kutlanır taraftarlar arasında. Bu diğerleri tarafından yadırgansa da, çok fazla takmaz Fenerbahçe'li bu durumu, çünkü herkes bilmez HELAL başarının manasını ve değerini diye düşünür haklı olarak.

Bu sene de futbolda, benzer bir yarışın içindeydik. Onyedisi birden tek yürek olmuş, Fenerbahçe'mizi mücadelesinde alt etmeye çalışıyordu herzaman olduğu gibi. Ancak bu senenin diğerlerinden küçük bir farkı vardı. Ligin başlarında, işler hiçte iyi gitmemiş, aksine şampiyonluk yarışının 9 puan gerisine düşmüştü sarı lacivert sevdamız. Takım yeni ve formsuz, oyuncular isteksiz, basın bunların tümünü harmanlamış, Hocamıza saldırıyor ve istifasını haber olarak manşetlere taşıma derdine düşmüştü. Kocaman gururumuz, Yönetimimiz, Taraftarımız ve Camiamız, tam da bu oyunun içine düşerken, adeta bir sihirli el değdi hepimizin üstüne ve bizlere Fenerbahçe'nin büyüklüğünu, tarihini, yapabileceklerini, adeta kazıdı beyinlerimize, kaynaştırdı hepimizi ve tekrardan tek yürek olmamızı sağladı. O sihirli el aslında sihirli de değildi, sadece aklın yoluydu ve aklın yolu da birdi. Beraber olunca, tek yürek savaşınca neler yapabileceğimizi aklı selim olan herkes çok çok iyi bilirdi, sadece birinin bir dönem bunu bize hatırlatması gerekiyordu ve sihirli el bize tam da bunu hatırlattı.

Ligin ikinci yarısı başladığında dezavantajımız coktu, ama taraftarımız, inancımız, yüreğimiz daha da çoktu. İyi bir kamp dönemi geçirilmiş, takım içinde ki küskünlerin gönlü alınmış, gereksiz olanlar gönderilmiş ve takımın tam bir takım olması sağlanmıştı. Herşeyden önemlisi 12. adam, bu kıpırdanmanın farkına hemen varmış ve koşulsuz desteğini katbekat artırmıştı. Sonuçta haliyle ilk maçtan itibaren görülmeye başlanmış ve ümitler haftalar geçtikçe daha da artmaya başlamıştı. Ancak önümüzde ki rakibimize de herzaman ki gibi, perde arkasından basın, kardeş kulüp ve ezeli rakiplerimizin destekleride artmıştı, bu da rakibimizin olası kayıplarının sayısını nerdeyse yarıya indirmişti. Yine de biz mücadelemizden vazgeçmedik ve kırılması güç bir rekora imza atarak, mutlu sona ulaştık. Buraya kadar, tarihimizde yaşadıklarımızdan çok farklı bir hikaye yoktu, çünkü bu zamana kadar yaşadığımız 17 şampiyonlukta hemen hemen aynı şekilde kazanılmıştı. Ancak bu sene gördüğümüz, şahit olduğumuz bazı olaylar vardı ki işte bu seneyi diğerlerinden özel yaptı ve 18. şampiyonluğumuzu benim gözümde diğerlerinden daha da anlamlı kıldı.

Öncelikle, takımımızın takım olması diğer senelerden daha çok dikkat çekiyordu. Bütün takım, gerek maç içinde, gerekse özel zamanlarında, birbirinden ayrılmaz hale gelmişlerdi. Her yerde, her zaman, her ortamda bir beraberlik rüzgarı esiyor, beraber gülüyor, beraber eğleniyorlardı. Bu beraberlik sadece kendi aralarında değildi, taraftarlarla da büyük bir bağ kurulmuştu. Önceki yıllarda, maç sonrasında sahada göbek atan , goller sonrası değişik figürler yapan oyuncuları çok görmüştük, ancak taraftarıyla beraber, taraftarın istediği tezahurata dakikalarca ful kadro eşlik eden oyuncuları görmemiştik. Yabancısı, Türk'ü hepsi neredeyse bütün tezahuratları ezbere biliyor, maç biter bitmez, çağrılara kulak vererek kendilerini taraftarın yanında buluyorlardı. Sonrasında da o müthiş kenetlemenin görüntüsü ortaya çıkıveriyordu. Ayrıca bireysel olarak futbolcularımızın saha içi ve saha dışı davranışlarıda herşeyin göstergesiydi. Mesela kaptanımız Alex'in, Türk statüsünde oynama ihtimali olmamasına rağmen vatandaşlık başvurusu yapması, Emre'nin, Gökhan'ın ve birçok futbolcunun, sakat sakat özveriyle herzaman sahada kalmak istemesi Fenerbahçe'ye olan sevginin, arkadaşlarına olan saygının bir nevi ispatıydı. Bu sene ve bu seneyi benim için diğerlerinden ayıran şampiyonluk ruhunun farkı da bunlardı. Bu sebepten dolayı, takımdan daha fazla takım olan Fenerbahçe'mizi ne kadar tebrik etsem, onlarla ne kadar övünsem azdır. Ayrıca bir ayrı tebrikte rakibimiz Trabzonspor'un futbolcularına gelmelidir diye düşünüyorum, yarışı heyecanlı kıldıkları için. Gerçi, arkalarından örtülü destekler gelmeseydi, bu kadar uzun yarışın içinde kalabilirlermiydi bilemiyorum, ama yine de bunlardan habersiz, mücadelesini veren futbolcuları özverilerinden dolayı tebrik ediyorum.

Son olarak, bazılarına göre sıradan gelebilecek, ama görünce benim gözlerimi dolduran bir enstantaneden bahsetmek istiyorum. Takım kaptanımız, Alex'imizin eşi Diane De Souza'nın, maçta ki sempatik, içten ve gönülden desteğinden. O nasıl bir içtenliktir, nasıl bir heyecandır, Diane? "Her Zaman Her Yerde En Büyük Fener" diye bağrırken ki içtenliğin, yanında ki taraftarla omuz omuza bağrışın ve en Fenerbahçe'li den daha Fenerbahçe'li davranışlarınla bizim gönlümüzü fethettin. Allah seni ve aileni hep mutlu etsin ve sizleri Fenerbahçe'den hiçbir zaman ayırmasın. Bir küçük parantez de Emre için. Takımın dinamosu, ruhu, hırçın çocuğu!, aynen bu hırsınla, yüreğinle, devam biz seni böyle sevdik, hep böyle görmek istiyoruz.

Şunu hatırlatarak yazıma son vermek istiyorum. Biz her zaman dedik "Helal Hüzünleri Haram Sevinçlere Tercih Ederiz" diye, ama şimdi tercihimizden de  güzelini yaşıyoruz. "HELAL SEVİNÇ". Tadını çıkarın ve her saniyesi Helali Hoş Olsun Fenerbahçem.

20 Mayıs 2011 Cuma

Fenerbahçe - Ankaragücü

Bir önceki hafta zor da olsa, takımın istekli oyunundan dolayı herkesin galibiyetten emin olduğu maçı, kazandıktan sonra, bazı kesimlerin ve rakibimizin, Ankaragücü pohpohlama seansları başarıyla tamamlandı. Amaç Ankaragücünü dolduruşa getirmek, Fenerbahçe antipatisi olan yöneticilerini teşvik edip gaza getirmekti. Keza istedikleri de oldu. Sahaya 11 tane inanmış, doldurulmuş ve teşvik edilmiş Ankaragüçlü aslan çıktı. Rakibimizde o kadar inanmış ki, bu maçtan puan kaybedeceğimize, maç sonunda bu inanmışlıkları, anlaşılamaz bir agresifliğe dönüştü.

Hakem santra düdüğünü çaldığında, sahada ki hırslı, şampiyonluğa oynayan oyuncu sayısı yirmi ikiydi. Biz Fenerbahçe'liler de durumdan oldukça mutluyduk çünkü her zaman söylemimiz gibi "Helal Hüzünleri Haram Sevinçlere Tercih Ederiz", zaten bundan değilmiydi geçen sene bir Allah'ın kulu Trabzonlu futbolculara son maçta niye böyle hırslı oynadın diye sormadı bile. Neyse maça dönelim, tahminimce Ankaragücü bu hızlı ve baskılı defansif oyununu en fazla otuz dakika sürdürebilirdi, çünkü bu tempoya dayanmaları çok zordu ve sonrasında pozisyonlar birbir gelecekti. 

Fenerbahçe'li futbolcular da en az Ankaragüçlüler kadar istekli ve daha organize şekilde atak hazırlıkları yapıyor, acelecilikleri nedeniyle, pozisyon üretemiyorlardı. Daha sonra içeriye atılan bir top sonrası, fazla doldurulmanın sonucu, hırsının kurbanı olan Ankaragüçlü oyuncu Alex'in önüne kontrolsüz bir dalış yaptı ve aklı selim her kişinin görebildiği penaltı pozisyonu meydana geldi. Profesör Alex, dersini iyi çalışmış kaleciyi, zekasıyla ve her zaman attığı köşenin tersine topu atarak mağlup etti ve oyunun kilidini de açmış oldu. Bundan sonrası zaten, fazla doldurulmuş Ankaragücü futbolcularının da paniğiyle, daha da kolay oldu. İlk gol sonrası, ilk pozisyon tekrar penaltıyla durduruldu, bu sefer penaltı yapılan kişi, hızıyla durdurulamayan Niang, yapan da Ankaragücü kalecisi Senecky'di, son adam olması nedeniyle de kırmızı kartı gördü. 

Artık tribünler de galibiyet ve şampiyonluk şarkılarına başlamıştı ve böyle bir taraftarın önünde maçı çevirmek bile, rakipler için hayalin ötesindeydi. Bu dakikadan itibaren zaten sahada Alex şov başladı ve taraflı tarafsız herkes, büyülü bir futbol resitali seyretmenin verdiği keyifle, maçın sonunun gelmemesi için dualara başladı. Ankaragücü ikinci kalecisinin yine Niang'a yaptığı kırmızı kartlık müdahale sonrasında, herkes kalecinin oyunda kalmasına,  için için sevindi aslında, ancak futbolun içinde ki acıma duygusu kuralları çiğniyordu bu sefer de. Alex'in 3. penaltı golü de geldikten sonra, kart sınırında olan oyuncularımız, hocamız tarafından birbir kenara alındı ve yerine, onları aratmayanlar girdi. Tam da bu sözümü kanıtlarcasına, Bekir takımımızın 4. golünü atıvermişti bile.

Fenerbahçe durmak, oyunu rölantiye almak yerine, oynadıkça oynuyor, gol attıkça baskısını arttırıyordu. Bir nefis frikik golü daha geldikten sonra Profesor'den, artık stad tamamen kendinden gecmişti. Dakikalar 90'ı gösterdiğinde ise, Alex'ten muhteşem ötesi bir aşırtma golü daha geldi. Hani şu 21 isimli, sevimli sunucu Tanem Sivar'ın sunduğu program var ya. Orda en güzel aşırtma golleri diye bir bölüm yapılmıştı. Eminim ki programın yapımcıları bu bölümü bu haftadan önce yaptıkları için, çok üzülmüşlerdir, çünkü aksi taktirde 1. sıraya konulacak golü düşünmelerine bile gerek kalmayacaktı. Her neyse o son gol geldiğinde taraftar öyle bir çoşkuya kapılmıştı ki kimse maçın bittiğini bile farketmemiş, santra yapılmasını bekliyordu.

Maç sonunda artık gelenek haline gelen, Emre Belözoğlu önderliğindeki taraftar, futbolcu tezahuratı da yapıldıktan sonra, herkes bir hafta sonra ki şampiyonluk maçını düşünerek evinin yoluna koyuldu. Rakiplerimiz, akıllarımıza zaman zaman geçen senelerde ki talihsizlikleri getirmeye çalışsa da, herkes gönülden inanmış şekilde gelecek haftayı bekliyor, ve benim kişisel inancım da şu "ALEX HALA BU SEZONUN EN GÜZEL GOLÜNÜ ATMADI VE PROFESÖR SAHNEDEN İNMEDEN LİG BİTMEZ"......


10 Mayıs 2011 Salı

BÜYÜK VOLKAN


Bir takım, formdaysa, golcüleri gol atıyor, orta sahası iyi hücum organizasyonu yapıyor, defans oyuncuları çıkıp duran toplardan skora katkı sağlıyorsa, çok fazla bahsedilmez takımın gizli kahramanlarından. Hele ki O kişi, takımın kalesini koruyorsa, akıllara bile gelmez, Ondan bahsetmek. Bugüne kadar açıkçası, benim de aklımda yoktu Büyük Volkan'a özel, bir yazı yazmak. Ta ki Karabükspor sonrası basın açıklamasında, taraftarın hislerine tercüman olana kadar. Sorulan "Trabzon gol atınca Karabük tribünlerinde Trabzon lehine tezahuratlar oldu, bu takım içinde nasıl bir etki yarattı" sorusuna,  tam olarak şu sözleri sarfetti Büyük Volkan, basın açıklaması sırasında "Bizi kimin gol attığı ilgilendirmiyor, bizim herşey şu an elimizde, isterse on gol atsınlar, isterse tüm Türkiye trabzon diye bağırsın, BİZ FENERLİLER KENDİMİZE YETERİZ! İnşallahta sezon sonunda şampiyon olacağız." Tam da taraftarın hislerine tercüman olan bu sözler sonrası, takımına gönülden bağlı olan bu Büyük futbolcumuz hakkında bir yazı yazmazsam, hem O'na hem de bu duyguları yaşayan bütün Fenerbahçelilere haksızlık etmiş olurum diye düşündüm.

Henüz, camiamızdan içeri adım attığında gencecik, içi içine sığmayan, delikanlı bir çocuktu Volkan Demirel. Yapı olarak, gençliğinin de verdiği deli dolululukla, biraz agresif, biraz aceleci, ama cok fazla da çalışkan bir yapıya sahipti. Otoriteler(!), her nekadar, iri yapısından, aceleciliğinden, teknik eksikliğinden dolayı, bundan iyi bir kaleci olmaz deselerde, söylenenlere kulak asmadı Büyük Volkan ve sonunda O'na inanaları da hayal kırıklığına uğratmadı.

İlk kaleye düzenli geçmeye başladığı zamanlar, takımın birinci kalecisinin en formda döneminde sakatlandığı günlere denk gelir. Aslında bu durumdan hiçkimse hoşnut olmamıştı, çünkü takımı takip eden herkes, kalenin yetenekli, ama genç, delidolu, aceleci ve geri paslarda çok hata yapan bir kaleciye teslim edilmesini handikap olarak görüyordu, hele ki tam da kaleci yönünden hiçbir olumsuzluk, yokken. Aslında zaman zaman yaptığı hatalar, aceleci davranışlar, takımı sıkıntıya sokmadı da değil, ama her kalecinin tecrübe elde ederken yaşadığı olumsuzluklardı bunlar ve takımın önde gelenleri de bunun bilincinde olarak hep güvendiler Büyük Volkan'a ve her ne olursa olsun desteklediler genç kalecimizi. Ve Büyük Volkan'ımız da bugünlere geldi.


Şu an Allah nazarlardan korusun, Fenerbahçe'miz çok güzel top oynuyor, taşlar birbir yerli yerine oturtuldu ve şampiyonluğun en büyük adayı haline geldik. Hücum oyuncularımız formda, defans oyuncularımız daha fazla skora etki ediyorlar ve hücuma daha fazla destek oluyor, haliyle haklı olarak ta daha fazla övgü alıp, isimlerinden daha fazla söz ettiriyorlar. Ancak bunları yapmalarının altında ki en büyük etkenin de kaleciye olan güven olduğunu  futboldan azıcık anlayan ki şilerde biliyorlardır. Lugano atağa çıkıp skora etki ediyorsa, Yobo önlibero görevini üstlenip atağa hazırlıyorsa takımı, hepsi Volkan'a olan güvenden dolayıdır, yoksa ömür billah mevkilerini terkedemezlerdi. 


Sonuç olarak, Büyük Volkan, sadece cüssesinden dolayı Büyük olmamıştır, kişiliği, iyi aile yaşantısı, takımdaşlık duygusunun yüksek olması, tekniği, çalışkanlığı, gençlere örnek oluşuyla Büyük sıfatını kazanmıştır. Onu eldivenleriyle gören dostun güven kaynağı, rakibinse ümitsizliği olmuştur her zaman Volkan. Ve en önemlisi, düşündüğünu Fenerbahçe delikanlılığıyla, kimseden çekinmeden söylemesi O'nun adam gibi adam olduğunun ispatıdır. Eminim ki Volkan ömrü boyunca bu forma için terini akıtacak, çalışacak ve yeni pırıl pırıl kaleciler yetismesini sağlayacak çok az insandan biridir bu camia da. Ve Volkan İyi ki Varsın!