25 Aralık 2014 Perşembe

YENİ YILDA TÜRK FUTBOLU…

Türk futbolu deyince, bu aralar kimsenin aklına iyi şeyler gelmiyor doğal olarak. Herkes futbolunun dibe vurduğunu söylüyor, ama kimse bu hale getirenlerin hala yüksek mevkilerde yerlerinde durduğunu konuşmuyor nedense. Deniyor ki, Avrupa’da hiçbir takımımız başarılı değil, Milli Takımın hali içler acısı, ama kimse demiyor, Avrupa’nın bir numaralı kupasına hak eden gitmezse onun yerine haksız kazanç elde eden gidiyorsa bu normaldir diye. Veya Milli Takımın kalecisine küfür edenler yerine o küfürlere tepki koyan oyuncuyu cezalandırırsan takım içinde sevgiyi, saygıyı yakalayamazsın diye. Hep sonuçtan bahsediyorlar yani, kimse bu hale gelişin sebeplerini konuşmuyor nedense. Daha da beteri sebep olanlar hala kurtarıcı olarak baş tacı yapılıyorlar.

Bakıyoruz, Türk futbolunun lokomotifi diye lanse edilmeye çalışılan malum kulüp, Fenerbahçe’nin gitmesi gereken kupada mücadele ediyor. Sanki yaptığı SPK dolandırıcılığı ödüllendiriliyormuş gibi. Sanki Türk futbolunda ki kaosun sebebi  yöneticileri ve onların jurnalcilikleri değilmiş gibi. Ama herkes nedense hala onlardan medet umuyor. Başkasının hakkını gasp edenden, yatırımcıların paralarını çarçur edip transfer yapanlardan, daha önce tesadüfen kazandıkları başarıyı tekrarlamalarını bekliyorlar. Ama farkında bile değiller, Fenerbahçe’ye iftiralar atılmasa, kumpaslar kurulup elinden Avrupa’ya gitme hakkı alınmasa, Fenerbahçe’nin nasıl finansal olarak güçlenerek, Türk Futbolunu ileri götürebileceğinin. Mesela 3 Temmuz öncesinde ki oyuncuları bir hatırlayalım. Hepsi birbirinden değerli ve karakterli oyunculardı, ama ne yazık ki hepsi finansal sebeplerle gönderilmek zorunda bırakıldı. Halbuki Fenerbahçe’de bilmezmiydi SPK’yı dolandırıp o günü kurtarmayı. Ama zor olanı seçti ve taraftarının da desteğiyle ayağa kalkarak yeniden yapılanmaya gitti. Ve yine hatırlayalım 3 Temmuz sonrasında ki ilk Avrupa’ya gittiğimiz zamanı. Daha tam yapılanmadan Avrupa Liginde yarı finale çıktı Fenerbahçe. Ama sonra tabiki önü kesildi ve Avrupa kapısı kapandı yine ve Türk futbolunun malum olan bu hali ortaya çıktı.

Bu kulüpler bazında ki başarısızlığın sebebiydi. Bir de zaten tarihi boyunca çok parlak olmayan, ama son senelerde iyice dibe vuran  Milli Takımın içler acısı durumu var. Bakıyoruz şöyle bir Milli Takımda ki yapılanmaya, her yol denenmiş, ama olmamış gibi gözüküyor. Ama değişmeyen ve ülkemizin kangren haline gelmiş Milli Takım yöneticileri kimse tarafından görülmüyor. Yahu arkadaş yapılan her değişimde bir problem yaşanıyorsa, bir de bu değişimi yapanları değiştirmeyi denesenize demiyor, medyamızın çok bilenleri. Bakıyoruz Milli Takımın başına, dönüyor dolaşıyor hep aynı isimler, anormal maaşlarla, geliyorlar. Bir de üstüne kulüpçülük yapıp takım içinde sevgisizliği yaratınca, zaten başarı hayal oluyor. Örneğin bu değişmez Milli Takımlar sorumlumuzun mensubu olduğu kulübün taraftarları, ezeli rakibi olan kulübün oyuncusuna susmadan sövüyorlar, o futbolcu da haklı tepkisini gösterince, cezalandırılan o futbolcu oluyor, hem de ülkede yerini dolduracak düzeyde bir oyuncu bulunmazken. Sonra yenen saçma sapan gollerden zavallı oyuncular mesul tutuluyor. Ve yine kimse, yahu arkadaş sen bu takımda oynayacak şevk bırakmazsan, adaletli forma vermezsen, nasıl kazanma ruhunu aşılayacaksın diye sormuyor. Onun yerine futbolculara yüklenmeyi ve “X” gönderilsin “Y” gelsin demeyi tercih ediyorlar. Tabi bu “X’ler” ve “Y’ler” kulüpçülük yapılarak seçilmeye de devam ediyor. 


Bütün bunlara rağmen, özellikle medyamızın çok bilmişleri dut yemiş bülbül misali, bu sorunların hiçbirine değinmiyor ve tam tersi, verilen ve Türk Futbolunu bitiren bu kararları ayakta alkışlayarak adeta rakip ülkelerin ekmeğine yağ sürüyorlar. Ama kimse endişelenmesin. Milli Takımı bilemem çünkü o TFF’nin sorumluluğunda, ama Kulüpler bazında ülkemizin yüzünün gülmesi yakındır diye düşünüyorum. Tabi eğer yeni bir kumpasa kurban gitmezse Fenerbahçe. Çünkü Başkanımız ve yönetimimiz büyük bir hazırlık içersindeler ve Avrupa cezamız bittiği anda, büyük hedeflerle yine Avrupa arenasına çıkacağız. Maddi olarak hazırız, manevi olarak hazırız, daha da önemlisi şu an suskunluk içinde olan biz taraftarlarda büyük bir özlemle bekliyoruz Avrupa’yı. Ve 2015’e girdiğimiz bu günlerde hepimizin tek dileği bu yılın Fenerbahçe ve Türkiye’nin yılı olması. Ancak şunu da unutmamalıyız ki Avrupa’da özlemle beklediğimiz kupaya katılmakta bu yıl şampiyonluktan yani 4. yıldızdan geçiyor. Bu sebeple taraftarımızın da artık üzerindeki ölü toprağını atması şart ve eminim ki o ölü toprağını attığımız gün, 2015 önce Türkiye’de gelen şampiyonlukla, sonra Avrupa’ya tekrar atacağımız adımla Fenerbahçe’mizin yılı olacak. Herkese Mutlu Sağlıklı Seneler. 

22 Kasım 2014 Cumartesi

SEN BASINDAKİ ARKADAŞ!

Yetmedi mi saldırıların, kesmedi mi seni, yaptığın kötülükler, attığın iftiralar? Hiç mi için sızlamıyor gencecik sporculara saldırırken, sevdası için boyun eğmeden hapis yatmayı göze almış kişilere çamur atarken? Tamam anladık vicdansızsın, peki kavrayamadın mı hala Fenerbahçe’nin yıkılmayacağını? O zaman bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatalım bizde, ta ki kafana dank edene, ben ne yapıyorum diye düşünüp pişman olana kadar.

Bak arkadaş, birileri istiyor sende yazıyorsun gazetende, derginde. Gerçekliğine bakmadan ne gönderiliyorsa koyuyorsun sayfana ve sonunda mutlaka yalanın ortaya çıkıyor. Belki hizmetini gördüğün kişiler veya camialar anlık başarı elde ediyor gibi gözüküyor, ama onların anlık mutluluğu senin güvenilirliğine zarar veriyor. Belki çıkarın senin için ruhundan, vicdanından daha önemli, ama unutma sırat köprüsünden geçerken yanına sadece günahlarını ve sevaplarını alabileceksin. Ve haklarını yediğin her kişinin ahı hanene günah olarak yazılacak. 

Hani Aziz Yıldırım’ın ömründen yedi ya attığın iftiralar, işte o yediğin her bir saniye sana yıllarmış gibi gelecek diğer tarafta. Hani Aziz Yıldırım içerdeyken biz milyonlar aylarca göz yaşı döktük ya, işte o göz yaşlarında boğlacaksın belki de. Peki sen iftiranı attın milyonlarca ah aldın, ne oldu sonunda? Bak işte gerçekler bir bir ortaya çıkmaya başladı bile. Herşeyin kumpas olduğu, o kumpasın parçası olanlar tarafından bile itiraf edilmek zorunda bırakıldı. İşte Allah o kadar büyük. Ve inan daha gelmediyse, sıra sana da gelecek. Ya ahirette, ya kanunlar önünde sende çekeceksin cezanı, er ya da geç.

Bütün gerçekler ortaya çıkmaya başlayınca, sana yeni bir emir geldi değil mi? Bunlar toparlandı yine açık ara öne geçtiler maddi manevi olarak diye. O zaman hadi vuralım yine abalıya diye düşündün ve başladın yine iftiralara, yalanlara, kumpaslara. 

Sezon başladı, vur Fenerbahçe’nin yeni hocasına. Baktın olmadı, takım yine çabuk toparlandı, o zaman vur Emre’ye. Ama Emre, eski dünkü çocuk değil, yemedi doğal olarak. Şansa bak ki tam da bu sırada Volkan çıktı karşına. Ne yaptı adam? Hiçbir şey. Ama Allah’tan malum camianın malum paralı askerleri var tribünlerde. Ve tesadüfe bak ki tam da onların önünde bir Milli maç oynanacak. Ne duruyoruz dedin hemen. Hadi o zaman tahrik edelim Volkan’ı kopsun yaygara. En zayıf yerinden vurdun adamı. Ailesinden, sevdiklerinden. Kendi sahasında rakip futbolcu hissettirdin kendisini, hemde Milli takımın başarısız olması pahasına. O da terketti sahayı başı dik bir şekilde.

Tüh bu da olmadı derken, sen çıktın sahneye. Volkan staddan ayrılırken, arkadaşlarınla çıktın adamın arabasının tepesine, çaktırmadan ittirdin, tahrik ettin. Hatta arada bir iki sinkaflı sözde söylediğinden bahsediliyor. Yine gelmedi Volkan oyuna ve bindi arabaya gitti. Ama söylediğin sözlere orada tahammül edemeyenler oldu ve amacına ulaştın bu sayede. Bir iki kişide arada hafif tekme, yumruk yiyince, oldu sana linç haberi. 

Ama yetmedi bu haber sana değil mi? O zaman hadi süsle biraz. Mesela azmettiricisi olsun bu kavganın. Sen imada bulun nasılsa rakip camialar devamını getirir. Önce Emre ve Volkan talimat verdi dedin, olmadı. Aha buldum dedin bu sefer. Ve Aziz Yıldırım’ı koydun hedefe, nasılsa geçen gün soyunma odası basarım gerekirse demişti. Ben de bu lafı kullanırım o kavga gorüntüleri ile birlikte, nefis algı yönetimi olur diye düşündün. Ve evet sayende çeşitli men cezaları aldı Aziz Yıldırım, hatta Volkan’ın da belki Milli Takım hayatı sona erdi. Peki Fenerbahçe’ye zarar verebildin mi? 


Yoook!, veremedin arkadaş. Hem de hiç veremedin. Hep bunları yaparken unuttuğunu yine unuttun. Fenerium poşetini bile, üzerinde Fenerbahçe amblemi var diye çöpe atmaya kıyamayan insanların, başkanlarını ve kaptanlarını sana yedirmeyeceğini unuttun. Söz konusu Fenerbahçe olunca Fenerbahçe’linin gözünü çöpten sakınmayacağını unuttun. Ve muhtemelen ilk gelen emirle, yeni görevini ifa ederken, yine unutacaksın boyun eğmeyen o insanları. Belki taraftarı bölmeye çalışacaksın bir kez daha, ama hayal kırıklığına uğrayacaksın yine. Sen akıllanmayacağına göre bu döngü, sen ya bu dünyada adalet karşısında, ya da ahirette hesap verene kadar da devam edecek. Ama şunuda unutma bu zulüm sonsuza dek sürmeyecek arkadaş!

25 Ekim 2014 Cumartesi

TAM ZAMANI ŞİMDİ...



Geçen ayki yazımda bahsetmiştim, beşinci yıldızımızın yanına dördüncüsünü(!) takmak için kocaman bir yarışın içine girdik bu sene diye. Ancak Ekim ayı sonunda ki tabloya bakınca, lige çok fazla motive olamadığımız belli oluyor. Gerçi yeni kanuni düzenlemeler ve getirdiği pasolig uygulamasıda taraftar için ciddi bir motivasyon sorunu yaşattı diyebiliriz. Bir de buna sakatlıklar ve gol yollarında ki oyuncularımızın formsuzluğu eklenince, ne yazık ki Kasım ayına çok ta istediğimiz bir yerde başlayamadık puan tablosunda. Ama artık silkelenmenin, toparlanmanın zamanı geldi. Biz Fenerbahçe’liler Kasım’ları severiz ve bu Kasım’da ayağa kalkmanın ve hak ettiğimiz liderlik koltuğuna oturmamızın tam zamanı. Dolduralım tribünleri, sahip çıkalım takımımıza, hocamıza ve başlayalım tekrardan “Şampiyonluk Şarkılarına”.

Gerçekten trajikomik bir durum, 28 kere şampiyonluk yaşamışız, ama yirmincisi için mücadele veriyoruz. Ve ne yazık şu an bu yanlışı düzeltebilecek bir merci bulunmuyor. Bize de bu durumda canımızı dişimize takarak dördüncü yıldızı göğüsümüze takmak düşüyor. Rakibimiz bu konuda oldukça motive bir tavır sergilerken, zaman zaman komik duruma düşsede, mesela kek kalıpları içinde pozlar vererek, hayal kırıklığına uğradığı Şampiyonlar Ligi maçı sonrası alenen açıkladı tek amacının dördüncü yıldızı takmak olduğunu. Katılmak için o kadar dümen çevirdiği bir turnuvadan dördüncü yıldız uğruna rakibimizin feragat etmesi, bu senenin onlar için önemini anlatmaya yetiyorda artıyor bile.  Bu durumda bizim her zamankinden daha dikkatli, özverili, güçlü ve birlik içinde olmamız kaçınılmaz. Bu sebeple pasoligin üzerimize örttüğü ölü toprağını biran önce kaldırarak tribünlere koşmamız şart diye düşünüyorum. Çünkü ancak bu şekilde futbolcularımız saha içinde mücadele ederken, saha dışı oyunlarına göğüs gerebiliriz.
Saha dışı oyunlar demişken, sebeplerinede değinmek gerekir. Takımımızın ilk 6 hafta çok iyi sonuçlar alamaması tartışmalara yol açmış gibi gözüküyor. Ve bu durum, malum medya mensupları tarafından abartılarak servis ediliyor her zamanki gibi. Takım içinde huzursuzluk varmış gibi gösterilmesi, saha dışı oyunlarının en bilineni. Diğeri de herkesin malumu üzere, hakemleri etki altına alarak, Fenerbahçe alehine veya rakipler lehine kararlar alınmasını sağlamak ki, bu da şuana kadar iyi işlemiş gözüküyor. Tabi bir de buna takımın ve hocamızın moralinin bozulmasına yönelik saldırılar eklenince yaşanan olumsuz sonuçlar kaçınılmaz görünüyor. Ama bizler biliyoruz ki hepsi sadece bir maçla düzelebilecek aksaklıklar bizim için. Tamam belki saha dışı etkenlerden bazılarını tamamen safdışı bırakamayız, ama takıma desteğimizle ve hocamızın arkasında durarak daha öncekiler gibi yine savaşımızı kazanabiliriz. Muhteşem desteğimizle Fenerbahçe geçen sezon kaldığı yerden ligi domine etmeye devam edebilir. Çünkü bu sezonun başında takım herkesinde yakinen takip ettiği gibi çok çalıştı ve fiziksel anlamda ciddi şekilde güç kazandı. Oyuncularımızın teknik kapasitesininde lige göre ne kadar üstün olduğu herkesin malumu. Kendilerini gösterebilmek için sadece arkalarındaki gücü hissetmeleri yeterli olacaktır.


Sözün özü, tamam pasoligin uğrattığı zararlar, rakiplere sağlanan saha içi ayrıcalıklar, oyuncularımızın yaşadığı şanssız sakatlıklar ve formsuzluklar, hepsi ama hepsi üstüste geldi. Ve evet bunların bazıları malesef ligin son haftasına kadar devamda edecek gibi gözüküyor, ancak bizim Fenerbahçe olduğumuzda unutulmamalı. Ve dördüncü yıldız dedikleri 29’uncu şampiyonluğumuzun startı artık verilmeli. Tek yürek olunmalı. Hocamıza, oyuncularımıza koşulsuzca destek verilmeli. Tribünler hınca hınç doldurulmalı ve bir dakika susmadan Şampiyonluk Şarkıları söylenmeli. Biliyorum bu dediklerimin yapılması için hiçbir hatırlatmayada gerek yok. Çünkü zaten sizler bu yazıyı okurken büyük bir ihtimalle zaten taraftarımız yapması gerekeni yapmış olacak. Ben sadece tarihe not düşmek adına yazıyorum ve diyorum ki, haydi Fenerbahçe, şampiyonluk yolunda tek yürek olmanın TAM ZAMANI ŞİMDİ…

24 Eylül 2014 Çarşamba

5 YILDIZLI TAKIMIN 4’ÜNCÜ YILDIZ YARIŞI…

2014-2015 sezonunun başlamasıyla beraber gazetelerde, televizyonlarda, kulüplerin internet sitelerinde yeni sezon için iyi niyet, centilmenlik temennileri de yerini aldı. Her biri birbirinden güzel dostluk temennilerini de en çok rahmetli Lefter Babamızla, rahmetli Metin Oktay’ın santrada el sıkıştıkları meşhur fotoğrafla desteklediler. Gerçekten aklı başında olan her insan, bu temennilere katılırken, meşhur fotoğrafı görünce de iç çekerek inşallah demekten kendini alamıyor doğrusu. Yalnız ne yazık ki fotoğraftaki ve o dönemdeki diğer efsanelere bu vefa görünümü sadece sezon başlarındaki manşetlerde kalıyor. Hele ki bu manşetin altındaki diger haber “Fenerbahçe ve Galatasaray’ın 4’üncü Yıldız Yarışı” olunca, eminim ki hepsinin kemikleri sızlıyordur. Neden mi? Çünkü bu kahramanların oynadığı ligler, kazandığı şampiyonluklar ne yazık ki TFF tarafından geçerli sayılmıyor ve istatistiklerde yer almıyor. Ve en acısı Fenerbahçe Kulübü dışında bir Allah’ın kuluda bunu dile getirmiyor. Özellikle bu sene 5’inci yıldızımızın yanına 4’üncüsünü(!) takmak için yarışa girdiğimiz rakibimizden çıt yok. Halbuki pek severler her fırsatta efsanelerinin resimlerini stadlarında kullanmaya. Ama nedense o kişilerin kaldırdıkları kupaları kupadan saymayı tercih etmezler. Bunun tek sebebi de ne yazık ki eski şampiyonluklar sayılırsa istatistiklerde Fenerbahçe’nin gerisine düşecekleridir. Yani kupa için onurunu satmaktan çekinmeyen yöneticiler kupa sayısında geride gözükmemek içinde efsanelerini hiçe sayıyorlar. Ve 2014-2015 sezonunu 4. yıldız yarışı olarak önemli kılmak adına yıldız şeklinde kek kalıpları içinde poz vermekten kendilerini alamıyorlar.

Her neyse sonuçta 28 kere şampiyonluk yaşamış ve göğüsünde gerçekte 5 yıldız bulunan Fenerbahçe, TFF’nin, ezeli rakiplerinde itiraz etmediği, uygulamasıyla bu sezon 5’inci yıldızının yanına 4’üncü(!) yıldızı takmaya çalışacak. Yani bu sezon hepimiz için çok önemli. Yanlış anlaşılmasın, sezonu önemli yapan takılacak yıldız değil, o yıldız uğruna ezeli rakibimizin daha ligin ilk haftalarında başladığı ve giderek artacak olan çamur atma kampanyaları. Evet daha ilk haftalardan Başkanımıza, hocamıza ve sporcularımıza karşı planlı saldırılar başladı bile. Henüz her biri birbirinden komik olan iddilara itibar eden aklı başında insanlar olmadı, ama saldırıların dozu arttıkça ne olur bilinmez. Bu sebeple görev yine biz Fenerbahçe’lilere düşüyor. Atılacak iftiralara, oynanacak oyunlara karşı hazırlıklı olmamız ve bir an bile kulübümüzü yalnız bırakmamamız gerekiyor. Feneriumlara akın etmemiz, bir milyon üye projesinde elimizi taşın altına sokmamız ve belki de yine sokaklara dökülmemiz gerekiyor. Sonuç her ne olursa olsun kulübümüzün ve oyuncularımızın arkasında durmamız gerekiyor. Sözün özü Fenerbahçe’li duruşumuz çok gerekiyor bu sene.

Futbola gelirsek, sezon öncesi ve ligin ilk haftalarına bakınca, takımımızın kalitesinin diğerlerinden çok daha yukarıda olduğu açıkça belli oluyor. Ancak masa başı oyunlar bizi zorlayacak gibi gözüküyor. Yeni transferimiz Diego’nun takıma güç katacağı kesin, takımın hırsıda daha ilk haftalardan belli oluyor. Bu sebeple eğer sonuçlar sadece saha içinde alınırsa, yeni sezon için hiçbir endişe duymuyorum açıkçası. Takım içindeki dostlukta kaldıği yerden devam ediyor, bazen oyun içinde kazanma hırsından kaynaklanan tartışmalar oluyor ve malum kişilerce hemen kullanılmaya çalışılıyor, ancak sporcularımız gereken cevabı anında veriyor ve heveslerini kursaklarında bırakıyor. Yönetimimiz her daim takımın yanında ve bütün problemleri çözmek için 7 gün 24 saat çalışıyorlar. Başkanımız keza öyle. Yani başarı için bütün yapılması gerekenler yapılmış, iş sadece biz taraftarlara ve sahada futbolculara kalmış durumda. Bizler stadları doldurur,  Fenerium’larda forma, atkı, şapka bırakmazsak, her kötü şartta kulübümüzün yanında olursak. Futbolcularımızda yenilseler bile maçın sonunda formalarını emekleriyle sırılsıklam yaparlarsa saha dışı oyunlarda bize vız gelir ve amacımıza daha önce defalarca yaptığımız gibi yine hakkımızla ulaşırız. 


Sonuç olarak, 28 tane birbirinden değerli şampiyonluğumuzun yanına 29’uncusunu katmak için büyük bir yarışın içine girdik her sene olduğu gibi. Belki, Lefter Babamızın ve diğer efsanelerimizin emekleri hiçe sayılmış ve şampiyonluk sayımız kağıt üstünde 19 olarak gözüküyor, ama biz biliyoruz ki 28 tane birbirinden değerli alın teriyle kazanılmış şampiyonluğumuz var ve herbirine tek tek sahip çıkıyoruz. Ancak bunun mücadelesinide en yakın zamanda resmi olarak başlatmalıyız diye düşünüyorum, bu bizim efsanelerimize karşı en büyük görevimizdir. Diger taraftanda 5’inci yıldızımızın yanına 4’üncüsünü(!) takmak içinde büyük bir sezon bizi bekliyor. O 4’üncü(!) yıldızıda ilk biz takarsak göğüsümüze, onların istatistiklerinde de öne geçmiş oluruz. Bu da büyük bir psikolojik üstünlük sağlar bize. Kaldı ki eğer bir de gerçekte ki şampiyonluk sayımızı, TFF’ye kağıt üstünde de saydırabilirsek ve 2014-2015 sezonunu da şampiyon tamamlarsak. 2015-2016 sezonu bizim için daha da büyük bir önem kazanır çünkü o zaman 6’ncı yıldız için mücadele ederiz. O da ballı kaymak olur. Bu arada aklıma gelmişken, biliyorsunuz biz Fenerbahçe’lilerin kalbinde 6 sayısının yeride ayrıdır. 

22 Ağustos 2014 Cuma

FENER'İN IŞIĞI...

Haksızlık yapanlar, iftiralar atanlar, bundan nemalanmaya çalışan “ebedi dost” görünümlüler ve camialarını bir kupaya satanlar. Hepsi ama hepsinin iç yüzleri, Adalete Yakılan Fener’le gözler önüne serilince yaşadıkları akıl tutulması ardı ardına komik hareketlere ve açıklamalara sebep oldu. Herşey boyun eğmeyen Fenerbahçe camiasının direnciyle ve bu dirence koşulsuzca destek olan taraftarın meydanlara dökülmesiyle başladı. Ardından kısa sürede toparlanan ve eski başarılarını yinelemeye başlayan sporcularda sahada durdurulamayınca, rakipler önce bir finalde sahaya çıkmama eyleminde bulundu, sonra buna her seferinde yeni bir bahane üretme çabasına girerek kendilerini komik duruma düşürdü. Diğer rakip ise pisliklerini aydınlığa çıkartan Adalete Yakılan Fener’le uğraşmak adına fıkraları aratmayacak eylemlerle başarısızlıklarını örtme yolunu tercih etti. Uzun lafın kısası Fener’in ışığı birilerinin gözlerini ve akıllarını fena halde aldı. 

Bağdat Caddesinde ve Anıtkabir’de milyonlarca kişi adalete Fener yakarken, birileri yine 3 Temmuz operasyonunda düştükleri hataya düşerek, kısa sürede unutulur sandılar. Ama bu yürüyüşlerde, isyanlarda unutulmadı, tıpkı haksız verilen hapis cezaları gibi. Ve en nihayetinde geciksede beklenen yeniden yargılama kararı alındı mahkemelerce. Bu karar aklı selim herkesi mutlu ederken ve adil yargılanma sonunda karar ne olursa olsun tüm Fenerbahçe camiasının bu kararın arkasında duracağı açıklanmışken, nedendir bilinmez, bazı güzide kulüplerimiz yaptıkları trajikomik açıklamalar ve eylemlerle gündeme damga vurdular. Biri basketbol final maçında can güvenliğini bahane ederek sahaya çıkmadı, diğeri gericiliğin son kalesi gibi “Adalete Yakılan Fener’i” söndürmeye kalktı ve bunu utanmadan t-shirtlere taşıdı. Peki ne oldu bu eylemlerin sonunda? Akıllı insanlar yemedi tabiki. Hatta kendi camialarının içinden bile tepkiler geldi, bu komikliğe. 

Sahaya çıkmayan rakip ilk açıklamasında, can güvenliğini bahane etmişti hatırlanacağı üzere. Ancak kendi camiaları içinde bu görülmemiş eyleme tepkiler dinmeyince, geleneklerinin verdiği kıvraklıkla söylemlerini yüzseksen derece değiştirmek zorunda kaldı başkanları. Hani Türkiye’de herkes balık hafızalı ya, korkup çıkmadıkları maçta can güvenliği bahanesini, adeta insanları aptal yerine koyarak inkar etti ve “Biz aslında spordaki kirliliğe tepki göstermek için sahaya çıkmadık” açıklamasında bulundu. Aklı sıra sezona hazır Fenerbahçe takımlarının motivasyonunu bozacak ve sezona 1-0 önde başlayacaktı. Ancak atladığı detay şuydu; 3 Temmuz herşeyi çok değiştirmişti ve Fenerbahçe taraftarı başta olmak üzere, sporun siyasetten ve pislikten uzak olmasını isteyen her aklı selim kişisi artık her camianın her hareketini not alıyor ve unutmuyordu, sonrasında da her yanlış, sahibinin yüzüne tokat gibi çarpılıyordu. Yani dün öyleydi, bugün böyle dönemi artık bitti ve özellikle spor camiasında insanlar 3 Temmuzla beraber uyandılar, sözün özü ucuz söylemler tutmayınca yenisiyle değiştirme taktiğini artık yemiyor spor severler.

Diğer camianın adalete yakılan Fener’i yakma fikri ise, özünde fıkraları aratmayacak cinstendi, ancak nefret dolu bazı medya tarafından o kadar büyük bir eylemmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor ki, içini nefret bürümüş ve kupa uğruna herşeylerini verir hale gelmiş insanlar adeta bu sayede karanlığı savunmayı kendilerinde hak görüyorlar. En trajikomik olanıda, bu sloganı barındıran lisanslı ürün çıkarıp, pazarlama çabaları. Bu gerici ve karanlığı savunan sloganı kim üstünde taşımak ister bilemiyorum, ama bir gerçek var ki Fenerbahçe’nin Adalet için yaktığı Fener, sadece gözleri kamaştırmamış, bazı yöneticilerin aklınıda almış gibi gözüküyor bu eylemlerine bakınca. Ancak şu da bir gerçek ki, çıkıp henüz bir kişi de şu soruyu sormadı; “Fener’in ışığı neden bu kadar çok korkutuyor, yoksa karanlıkta kalmasını istediğiniz bazı özelleriniz mi var?” Bari bu vesile ile ben köşemde sormuş olayım. Belki hasbel kader dergimiz bu sorunun muhatabı bir kişiye ulaşır, kazara benim yazımı okur, verecek bir cevabı olur ve bizleri bu konuda aydınlatır. 


Aslında yine bu konulara girmek değildi niyetim. Yeni sezon, yeni hedefler, yeni transferler ve içimizden biri futbolun başına geçmişken, sporun güzelliklerini konuşmak daha güzel olurdu elbet, ancak Fenerbahçe’miz bu senede esaret altındayken, Avrupaya gidemezken içerdeki bel altı oyunlarıda görmezden gelmek olamazdı. Bu sebeple keyifli spor yazıları okumak isteyen tüm Fenerbahçe’lilerden özür diliyorum. Umarım adalet en yakın zamanda yerini bulur ve hakettiğimiz sporun güzelliklerine en yakın zamanda geri döneriz. Ve tabiki dilerim ki yeni sezon tüm sporcularımız ve yeni hocalarımızla birlikte şampiyonluklarla dolu biter ve Fener’in ışığı üzerimizden hiç eksilmez… 

24 Haziran 2014 Salı

ARTIK KORKAKLAR DÜŞÜNSÜN…

3 Temmuz 2011 sabahı başlayan kabus her Fenerbahçe’liyi derinden yaraladı. Öyle iftiralar atıldı ki o süreçte, hayat tüm Fenerbahçe’liler için kabusa dönüştü. O günkü gazeteler felaket senaryoları yazarken, medyadaki maşalar adeta körüklüyordu ateşi. Her köşeyi adeta kumpasçıların bir piyonu tutmuştu ve herbiri görevini layıkıyla yerine getiriyordu. Savcısından, polisine, federasyon başkanından, UEFA yetkilisine herkes durumun ne kadar vahim olduğundan bahsediyordu. Fenerbahçe yasadışı örgüt, yöneticileri organize çete ilan edilmişti resmen. Fenerbahçe camiası şaşkınlık içindeydi. Şikeyi asıl yapanlar mağdur ilan edilmiş, Fenerbahçe’nin idamı isteniyordu. Belki o günlerde uzlaşma yoluna gidip Fenerbahçe’yi teslim etseydi Aziz Yıldırım, herşey güllük gülistanlık olacaktı, ama o zamanda  Fenerbahçe asla Fenerbahçe olmayacaktı. İşte o günlerde büyük bir karar vermek zorundaydı Fenerbahce kongresi. Ya Başkanının yanında olacak ve mücadeleye katılacaktı, ya da Başkanını feda edip Fenerbahçe’yi dümen suyuna sokacaktı. Ve tam da beklendiği gibi, tarihine yakışır şekilde bir karar verdi Fenerbahçe Kongre Üyeleri. Ya İstiklal Ya Ölüm dedi ve Başkanına sahip çıktı. 

Mücadelenin kolay olmayacağını ve işin ucunda ülkemizin geleceğinin de olduğunu çok iyi biliyordu Fenerbahçe’liler. Yıkılmayan Son Kale lafıda öylesine söylenmiş bir laf değildi. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı olan yargıdan öyle kararlar çıkıyordu ki herkesi dehşete düşürüyordu. Sonunda Fenerbahçe’liler Adalete Fener Yakmaya karar verdi. Bunun tek amacı karanlıkta oynanan oyunları, çevrilen entrikaları gün yüzüne çıkarmak ve insanlara gerçekleri göstermekti. Nitekim öyle de oldu. Fener her karanlığı aydınlatmaya yetti ve milyonlar adalet için sokaklara döküldü. Ve sonunda, Fenerbahçe’ye ilk atılan çamurun tam 3’ncü yılına girilirken, yargı büyük bir yanlış olduğunun farkına vardı ve sözde şike davasını yeniden yargılama kararı aldı. Bu elbette çok büyük bir adım hataların düzeltilmesi için, tabi bu seferki yargılama adil olursa. Bu sebeple Fenerbahçe’li kendisiyle ne kadar gurur duysa azdır, çünkü adalete yakılan Fener’le sadece sözde şike davasında değil, diger özel yetkili mahkemelerde görülen davalardaki yanlışlarıda gozler önüne sererek bir çok mağdur kişinin önünüde aydınlatmış oldu Fenerbahçe’li.

Bu arada sporda da maddi manevi zarara uğramış olan Fenerbahçe, iftiralarda 3’üncü yıla girdigimiz bu yılda müthiş bir mücadele vererek kendisini toparladığını herkese göstermiş oldu. Ligin bitmesine haftalar kala futbol takımının şampiyonluğu kazanması sonrası, erkek basketboldaki şampiyonluğuda gerçekten müthişti. Gerçi bu şampiyonluğuda lekelemek adına şer odaklarının sportif maşalarıda çok çaba sarfetti, ama artık kumpaslara karşı alışık ve hazır olan Fenerbahçe camiası bu oyunları kolayca bertaraf ederek, ebedi dost görünümlülere pabuç bırakmayarak hak ettiği kupayı müzesine getirmeyi bildi. Ancak tabi ki bende her Fenerbahçe’li gibi o kupayı o son maçı oynayarak kazanmayı tercih ederdim. Ve ezeli rakip bildiklerimizin bizim gibi yüreğe sahip olmasını canı gönülden isterdim, çünkü biz Fenerbahçe olarak yürekli bir ezeli rakibimiz olmasını fazlasıyla hakediyorduk. Ama ne yazık ki bundan önceki yaşattığımız hezimetler rakibimizin dengesini çok bozmuş olacak ki, bir yenilgiyi daha kaldıracak güçleri kalmamış, ve maça çıkmak yerine iftiralarla gündemi değiştirme yolunu tercih etmişlerdir. 


Sözün özü, Fenerbahçe 3 Temmuz 2011 günü kuşatıldığında, kimse bu direnci ve mücadeleyi beklemiyordu, ama hem sportif anlamda, hem de yargı önünde öyle bir direnç gösterdiki camia, tabiri caizse herkesin ağzı açık kaldı. Fenerbahçe’ye olan inanç, birlikteliği, birliktelikte adaleti getirdi. Ve 3’üncü yılın dolmasına tam 10 gün kala, 23 haziran 2014 günü, sonunda yargıdan güzel bir haber geldi ve Fenerbahçe hukuk mucadelesine en baştan başlama şansı yakaladı. Umarım bu sefer ki yargılama adil olur ve geçte olsa adalet yerini bulur. Ancak tekrar hatırlatmakta fayda var ki, yeniden yargılama surecinde de Fenerbahçe ve Başkanı asla yalnız olmayacaktır ve Adalete Yakılan Fener’in ışığı her zaman karanlıktakilerin tepesinde olacaktır. Yani herkes ayağını denk alsın. Ha eğer adil yargılanma olur ve bir suçumuz olduğu ortaya çıkarsada boynumuz kıldan incedir. Hep beraber cezamızı çekmesinide biliriz. Bizim beklentimiz af veya rica minnet aklanmak değil, adil bir şekilde yargılanarak aklanmaktır. Başkanımız ve yöneticilerimize olan inancımızda tamdır. Bundan sonrasınıda kupa uğruna onurunu satanlar ve sahada bile karşımıza çıkmaktan korkanlar düşünsün!

24 Mayıs 2014 Cumartesi

DURUŞ, VURUŞ VE GOL…

3 Temmuz sürecini ve Fenerbahçe camiasının o günden beri çektiklerini anlatmaya gerek yok. Bugüne kadar zaten taraflı tarafsız herkesin malumu olan camiamıza karşı entrikalar ve saray oyunları, aslında Cumhuriyetimiz kurulduğu günden beri süregeliyor. Amaç, her zaman rengi ve duruşu belli olan Fenerbahçe camiasını sıradanlaştırmak ve eğip büktükleri diğer Kulüpler gibi kontrolleri altına almak. Bu emele saray oyunları ve entrikalar yeterli gelmeyince ne yazık ki 3 Temmuz operasyonunu yapma kararı aldılar. Ama karşılarında böyle bir direnci hesaba katamadılar, savcıları çıktı birkaç ayda unutulur sandık diye itirafta bile bulundu. Ama ne unutuldu, ne teslim olundu, ne de sandıkları gibi yenik düştü Fenerbahçe camiası. Ve sonunda, duruşuyla, sahada ki vuruşuyla golünü attı yüzyıllık ulu çınar. Daha ne savaş bitti, ne de hukuk mücadelesi Fenerbahçe için, ama 2011’den beri yok etmeye çalıştıkları bu camia, 2011’den de güçlü bir şekilde hem sahada, hem sokaklarda  “Yıkılmayan Son Kale” lafının içinin boş olmadığını gösterdi cümle aleme. Ve 19 görünümlü 28. Şampiyonluğuyla taçlandırdı şerefli mücadelesini. 

Duruş çok önemliydi bu süreçte. Çünkü Fenerbahçe camiası Cumhuriyet kurulurken tarafını ilk günden açık açık belli etmiş, yine eğilmeden ve bükülmeden defalarca kapatılmasına, dağıtılmasına rağmen duruşundan ödün vermeden ülkesi için mücadele etmekten vazgeçmemişti. Şimdi de 3 Temmuz operasyonuyla dağıtılmaya çalışılan camianın duruşu çok önemliydi. Ya pes edecek ve dümen suyuna girecek, karşılığında belki de başarılar vaad edilecek, ya da duruşundan taviz vermeden mücadelesine devam edecekti, ki bu normal bir spor kulübü için belki de intihar demekti. Ama Fenerbahçe oyunu kuranların düşüncesinin aksine, yine duruşundan taviz vermedi ve mücadelesine devam etti. Birçok Fenerbahçe neferi bu uğurda büyük bedeller ödedi ve belki de ödemeye devam edecek, ama bir gerçek var ki 2011’in Temmuz ayından beri yıkmaya çalıştıkları Fenerbahçe, 2014 yılında eskisinden daha güçlü olarak Şampiyonluğunu ilan etti, hemde arkadan itelenen rakiplerine karşı. 

Yani yıkılacak diye beklenen Fenerbahçe, sokaklardaki duruşuyla herkesin takdirini toplarken, sahada da vuruşuyla öyle goller attı ki 19 görünümlü 28. Şampiyonluğunu, ligin bitmesine haftalar kala, rakiplerine attığı farkla, ilan etti. Ve taraftarlarına, ligin mayısta kalan kısmını, heyecansız, ama büyük bir keyifle izlettirdi. Bu başarının en büyük mimarları, tabi ki önce, 2011 yılında emeklerine hakaret edilen futbolcular, sonrada teknik dehasıyla rakiplere sahayı dar ettiren Ersun Yanal’dı. Her biri birbirinden onurlu ve karakterli futbolcular sahaya bütün varlıklarını koydular ve bütün engellemelere rağmen, siyasete bulaşmadan sadece sporun içinde kalarak Türkiye’de en büyüğün kim olduğunu dosta düşmana gösterdiler. Bu sürecin, özellikle de bu senenin diğer kahramanlarıda Fenerbahçe’nin kadın ve çocuklarıydı. Cezalı hiçbir maçta takımlarını yalnız bırakmayarak adeta tarih yazdılar. Futbolcular sahada vururken, onlarda kadınlı erkekli stadlarını dolduramayanlara Fenerbahçe’nin büyüklüğünü, stadımızı hınca hınç doldurarak gösterdiler. Ve tesadüf o ki futbolcularımız da şampiyonluklarını Nisan ayında ilk kadın ve çocuk taraftarlarımız karşısında ilan ederek bir nevi teşekkür etmiş oldular. 


Gerek camiamız duruşuyla, gerekse sahada futbolcularımız vuruşuyla bu sene öyle goller attılar ki, sırtını bazı yerlere dayayıp Fenerbahçe’ye vurma niyetinde olanlar hala bu golleri çıkarmaya çalışıyor. Belaltı vurarak yıkamayacaklarını, attıkları çamurlara inanmayacağımızı ve Başkanımızı yalnız bırakmayacağımızı hala anlayamadılar. Anamızın ak sütü gibi helal, 18 görünümlü 27. şampiyonluğumuza göz dikip alamayanlar, şimdi de Başkanımızın hapse girmesi için çaba sarfeder olmuşlar. Bu nasıl insanlıktır anlaşılır gibi değil, ancak gün gelecek Adalete Yakılan Fener bütün Türkiye’yi aydınlatacak, bakalım o gün geldiğinde karanlık olanların yüzü açığa çıktığında kim adalete hesap verecek, kim haklı davasındaki duruşuyla tarihe geçecek, hepimiz göreceğiz. Ama unutulmasın ki 2011 yılının Şampiyonu 2014 yılında da golünü atmıştır ve kupasını bir öncekinin yanına koyarak, yine hevesleri kursaklarda bırakmıştır. Şimdi Şampiyonluğumuzun verdiği güçle herkesi Başkanımızın arkasında durmaya çağırıyorum, çünkü hayatını Fenerbahçe’ye adayan yürekler asla yalnız kalmamalı…

24 Nisan 2014 Perşembe

ELVEDA YÜKSEL BAŞKAN...

Beni Fenerbahçe’li yapan rahmetli büyükbabamdı. Onunla maç izlemek, sonrasında hikayelerini dinlemek ve o hikayelerin içine kendimide koyarak sahadaki kahramanlardan birini kendimmiş gibi hayal etmek ve topun peşinde koşturmak hemen hemen her erkek çocuğu gibi benim de en büyük zevkimdi. Ama rahmetli büyükbabam dışında ailemizde öyle biri vardı ki, Fenerbahçe’nin tam içindeydi. Bizim eve gelmesini, kulüpten haberler vermesini, futbolcularla maceralarını anlatmasını iple çekerdim. Bir de her gelişinde getirdiği Fenerbahçe rozetleri, bayrakları, flamaları en değerli hediyelerdi benim için. Malum o zamanlar Feneriumlar, lisanslı ürünler yoktu, bu yüzden Kulübün kokusu sinmiş herşey çok ama çok değerliydi. Bu kişi daha yeni kaybettiğimiz, annemin kuzeninin eşi, Fenerbahce’ye hayatını, servetini, hatta sağlığını vermiş, İstanbul’un son kalan beyefendilerinden Yüksel Günay’dan başkası değildi. 

Yüksel Amca, Fenerbahçe’ydi benim için. Ne zaman Kulüp ile ilgili bir karamsarlığa düşsem, hani bir dönemin meşhur sorusu vardır ya “Ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali?”, işte arar o soruyu sorardım kendisine. Hep de aynı cevabı alırdım, “Fenerbahçe’yiz biz hiç birşey olmaz!” Sonra bir oh çekerdim. Mesela çocukluğumda bize geldiğini hatırlıyorum, transfer dönemiydi. Benim yüzüm asıktı çünkü gol kralı Tanju’yu rakibimize kaptırmıştık. “Boşver” dedi sana daha guzel bir haberim var. “Biz de Rıdvan’ı aldık”. Yani bana Rıdvan transferini ilk müjdeleyen kişiydi Yüksel Amca. Ve bu haber o günkü üzüntümü sevince çevirmişti. Sonra mabedimizide ilk onun sayesinde görmüştüm. 11-12 yaşlarındaydım, İstanbul’a ziyarete gitmiştik, arkadaşım Tolga ile ikimize, hazırlanın dedi, maça gidiyoruz. O an ki heyecanımı hiç unutamam. Önce kulübe götürmüştü ve kupaların olduğu odaya oturtmuştu bizi, maç saatini orada beklemiştik. Tek tek kupaların üstündeki yazıları okurken büyülenmiş gibiydik Tolga’yla ikimiz. Sonrasında ki maç kolay bir kupa maçı olsa da bizim için Şampiyonlar ligi finali gibiydi. Bizim heyecanımız Yüksel Amca’nın da hoşuna gitmiş olacak ki, sonrasında ki her Ankara ziyaretinde bana Fenerbahçe ile ilgili küçük, ama benim için paha biçilemez hediyeler getirmeye başlamıştı. 

Gençlik yıllarım geldiğinde, okulu kırıp Ankara’dan maçlara kaçmaya başlamıştım arkadaşlarımla, hemen hemen her seferinde sobelendiğim kişi de Yüksel Amca oluyordu. Mutlaka bir yerde karşılaşıyorduk kendisiyle. Ya stadın önünde, ya Dereağzından bilet alırken, ya da maç çıkışı hep denk geliyorduk. Alaycı bir ifadeyle yine mi okulu kırdın deyip dalga geçiyordu benimle, ama beni ve Fenerbahce sevdamı en iyi anlayanlardan biriydi, belki de o yüzden hoşuna gidiyordu bu kaçamaklarım. Bunu nerden mi tahmin ediyorum? Fenerbahçe İspanya’da Sevilla maçında tarih yazdığı gün, ben yeni baba olduğum için gidememiştim ve evde izlemiştim o tarihi maçı. Penaltılarla kazandığımız o gün ilk arayanım Yüksel Amca’ydı. İlk aklına ben gelmişim ve o anda nasıl bir sevinç yaşadığımı merak etmiş. Düşünsenize Fenerbahçe’ye yıllarını vermiş, çevresinde binlerce Fenerbahçe aşığı ve efsanesi olan bir Divan Başkanı ilk sizi arıyor mutluluğunu paylaşmak için. Zaten galibiyet sevinciyle akan gözyaşlarım o gün sel olmuştu adeta. Ve o gün, demek ki gerçekten iyi bir Fenerbahce’liyim dedim kendi kendime. 

Ve en son Fenerbahçe Kongresinde karşılaşmıştık Yüksel Amca’yla, hayli yorgun görünüyordu. Belli ki 3 Temmuz’da yaşananlar kendisini bir hayli üzmüş ve belki de beklenmedik rahatsızlığının sebebi olmuştu. Yine de her zaman ki şıklığıyla gelmiş, görevini yerine getirmişti. Bir süre sohbet ettik kendisiyle. Yazılarımı okuduğunu ve beğendiğini söyledi bana. Sonrada hafif alaylı şekilde benim çocukluğumdan bahsetti yanındakilere. Bana söylediği son sözde şu oldu “Hadi gevezeliği bırak senin sandıkta sıra azaldı git görevini yap”. Dediğini yaptım ve sıraya girdim, sonra kendisine veda etmek için oturduğu yere gittiğimde, yerinde yoktu. Bunalmış ve dışarı çıkmış. Şimdi düşünüyorum da keşke hadi git dediğinde gitmeseymişim ve biraz daha sohbet etseymişim Yüksel Amca’yla. Ama ne yazık ki o gün son görüşüm oldu kendisini. 


… son sözüm sana Yüksel Amca. Gidişin hepimiz için çok vakitsiz oldu. Ama sen ömrüne o kadar çok güzelliği sığdırmışsın ki, gerek hastanede gerekse son görevimizi yaparken hepsine tek tek şahit oldum. Okuttuğun gençler, yardım ettiklerin ve destek verdiklerin, herkes senin için dua ediyordu. Her köşede yaptığın iyilikler anlatılıyordu. Ve ailen bunlara şahit oldukça daha fazla gurur duyuyordu seninle. Fenerbahce için yaptikların da azımsanacak şeyler değildi. Gerek yöneticilik gerkese Divan Başkanlığın döneminde, sağlığın pahasına hep mücadele ettin Fenerbahce için.  Benim için Fenerbahçe’de bir herkesin bildiği, bir de  gizli kahramanlar vardır. Kulüpçülük bilginle, insani ilişkilerinle ve icraatlarınla işte sende hep o gizli kahramanlardan oldun Yüksel Amca. Sözün özü ailen gibi Fenerbahçe camiası da seni çok özleyecek. Belki içimizdeki yerin hiç dolmayacak, ama soz veriyorum ki eşin, evlatların, biricik torunun ve Fenerbahçe’n hiçbir zaman yalnız kalmayacak… Mekanın Cennet Olsun Büyük Başkan…

25 Mart 2014 Salı

FENERBAHÇE’LİLİK VE ADALET…


Çocuğunla maça gitmektir Fenerbahçe’lilik, dostlarla Kalamış’ta muhabbet, caddeden stada yürüyüştür veya sevgiliyle yıldızlara bakarken kayan ilk yıldızda sevgilin ne dilediğini sorduğunda Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu diyemesende, o gerçeği kendine saklamaktır. Evlendiğinde ailece maça gitmeyi hayal etmek, oğullarınla totem yapmak ve Sow’la birlikte kacırdığı gole göz yaşı dökmektir Fenerbahçe’lilik ve evdeki ahalinin bunu görünce şaşırmaması, hatta gormezden gelerek seni rencide etmemek için içeri kaçmasıdır. Bir hanedeki herkes Fenerbahçe’liyse o hanede maç günleri tadından yenmez. Galibiyetler bayrama, mağlubiyetler mateme dönüşür, ama birbirini teselli eden aile üyeleriyle daha çabuk atlatılır mağlubiyetin acısı. Eşinle gittiğin ilk maç, senin statta ki en çocuk ve saf halini görmesi ve buna verdiği ilk tepki hiçbir zaman unutulmaz. Veya çocuklarınla ilk gittiğin maçta, maç yerine onların Fenerbahçe’ne verecekleri tepkiyi an be an takip etmek gerçekten en özel anlarından biri haline gelir. Hele ki sevdiklerinle gittiğin ilk maçlarda galip gelinmişse, işte o zaman bu totem olur ve bütün önemli maçlarda herkesin orada olması için bütün imkanlar seferber edilir. Yani eğer sevdiklerine Fenerbahçe’ni sevdirebilirsen işte o zaman mutlu bir insansındır. Seninle gideceğin maça gitmek için gün sayan eş ve çocukların varsa bu Fenerbahçe’li için değişilmez bir hazinedir. Çünkü bilirsin ki kötü günde de bu kişiler üzüntünü paylaşacak ve sokağa çıkılması gerektiğinde yalnız çıkmayacaksın sokağa. 


Fenerbahçe ve Türkiye için adaletsiz günler yaşandığı şu süreçte önce hanende, sonra Fenerbahçe adı altında birlik olabiliyorsan, umudunu asla yitirmezsin. İşte 23 Mart günüde Fenerbahçe’nin “Adalete Yaktığı Fener’i” Ata’sına götürmek için sokağa çıkan Fenerbahçe’liler de bu birlikle ve beraberlikle, seslerini öyle güçlü duyurdular ki, dünya medyasında bile manşet oldular. O gün bende çocuklarım ve dostlarımla beraber oradaydım. Ve Fenerbahçe’nin birleştirici gücüne bir kez daha tanık oldum. Ankara Fenerbahçe’liler Derneği tarafından organize edilen Anıtkabir ziyaretinde ezeli rakiplerin dostluğu, amcaların, teyzelerin bayraklarla katılımı ve ailelerin en küçük fertlerini bile yanında getirerek organizasyona renk katması gerçekten görülmeye degerdi. Ata’nın huzurunda, meydanda ve aslanlı yolda yüzbinlerce insan adaletsizliğe isyanını Ata’mızın huzurunda olduğunu unutmayarak dile getirdi. Ortam o kadar nezih ve güzeldi ki, Fenerbahçe taraftarı başta olmak üzere, tüm katılımcılar tüm dünya tarafından ayakta alkışlandı. Tüm dünya derken abartmıyorum, Financial Times'ta bile manşet oldu bu organizasyon.

Çocukların aslanlı yolun yanındaki çimlerde oynaması, teyzelerin amcaların kenarlardaki taşlara oturup yürüyen genç nesilleri gözlerinden yaşlar akarak, ama gururla izlemesi ve Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerin sağduyulu davranışları, herkesi mest ettiği gibi,  Bağdat Caddesi yürüyüşünde de umduğunu bulamayan, olay çıkmasını arzu edenleri de yine hayal kırıklığına uğrattı. O gün Anıtkabir’de ne siyaset yapıldı, ne adalet karşısında haksızlığa uğrayanlar için beraat istendi. O günkü tek talep herkesin ve Fenerbahçe’nin adil yargılanması ve adil yargılanma sonucu çıkacak sonuç ne olursa onun kararının uygulanmasıydı. Zaten Galatasaraylısından, Beşiktaşlısına, Trabzonsporlusundan Ankaragüçlüsüne amacı adaletin tecelli etmesi olan herkesin, bu organizasyona destek vermesi de Fenerbahçe’nin bu talebini anlamış olmalarındandı. Ayrıca haksızlığa uğramış birçok milletvekilimizin, askerlerimizin, yöneticilerimizin ve Başkanımızın da orada olması organizasyonu daha anlamlı hale getirdi.


Umarım bu büyük katılımlı organizasyon ve orada talep edilen herkes için gerçek adalet, yasama, yürütme ve yargıda ki önde gelen kişilerin dikkatini çekmiştir ve Cumhuriyet’imize yakışır adımlar atarak, yapılan haksızlıklara dur deme erdemini gösterirler. Aksi takdirde ülkemizde ne yazık ki, zaten sarsılmış olan adalet inancı, hiç onarılamayacak şekilde yıkılır ve telafisi mümkün olmayacak yaralar alır. Ancak şu da unutulmasın ki biz Fenerbahçe’liler adalet için korkmadan yürümeye devam edeceğiz ve çıktığımız yoldan asla geri dönmeyeceğiz. Ta ki herkes herşeyi görene kadar. Bu tabi ki kanun çerçevesi ve Fenerbahçe ahlakı içinde olacak. Ve son olarak bir sözüm de Adalet için gerek Bağdat Caddesinde gerekse Anıtkabir’de yürüyen yüzbinlere. Bu birlikteliğimizi inanın ki tarih kitapları yazacak ve hakettiğimiz adalete kavuştuğumuzda gururla çocuklarımıza bu mücadelenin bir parçası olduğumuzu anlatacağız. Asla karamsarlığa katılmadan durmak yok Yürümeye devam. Hak yerini eninde sonunda bulacak ve o gün geldiğinde herkes Kurtuluş Svaşındaki gibi yine Fenerbahçe'yi konuşacak.


20 Şubat 2014 Perşembe

KORKMADAN YÜRÜYORUZ…

3 Temmuz 2011’den beri söylüyoruz, üstümüze oyunlar oynayanları uyarıyoruz ve ısrarla diyoruz ki “Fenerbahçe’nin sabrını sınamayın”. Bunu bugüne kadar slogandan ibaret sananlar, şimdi hafiften anlamışlardır diye umuyorum, kuruluş tüzğünde “Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kuruluş amacı; vatan gençlerini, vatanın korunmasına ve askeri seferberliklere hazırlamaktır” yazan, Fenerbahçe camiasının sadece spor kulübünden ibaret olmadığını. Ve Fenerbahçe taraftarının her daim Cumhuriyet’in, özgürlüğün, insan haklarının ve adaletin savunucusu olacağını. 

Sözde şike davası, yargıtay tarafından onandığı gün Aziz Yıldırım yurtdışındaydı. Hakkında , bir daha yurda dönmez, kaçar gibi iddialar ortaya atıldı. Bu kumpası kuranlar mutluluk çığlıkları atarken herşeyin bittiğini düşünüyorlardı, ancak Aziz Yıldırım’ın Türkiye’ye dönüşü ve havaalanında ki “kalemimi kırmışlar bende cezamı çekmeye geldim” sözü, Başkanı kendileri gibi görenlerde bir hayli şaşkınlığa yol açtı. Ama henüz daha sonra olacakları bilmiyorlardı bile. Aziz Başkan hukuk mücadelesinden vazgeçecek değildi elbet, ama kazanmak için tek şansı mağlubiyeti kabullenmek gibi gözüküyordu. Yani iftirayı kabul edip, boyun eğmesi belki kişisel olarak kendisini hapisten kuratarbilirdi, ancak Fenerbahçe’ye koskoca bir leke sürülmesi anlamına gelirdi. Başkan yine onu, kendileri gibi görenleri yanılttı, ancak bizler adımız gibi emin olduğumuz, gösterdiği bu duruşla bir kez daha hayran kaldık ona. 

Aziz Yıldırım yargıtayın kararı onamasından sonra, herkesin, herşeyi öğrenmesi için ilk adımı attı ve Ahmet Hakan’ın programına katıldı. Bilindiği üzere Ahmet Hakan, korkusuzca her soruyu, her konuğuna sorabilen, acımasızca eleştiren bir gazeteci ve programcıdır. Ayrıca gazetesindeki bir yazısında Trabzonspor’u desteklediğini de alenen açıklamıştı. Yani Başkanın böyle bir programa çıkması, gerçekten cesaret gerektiriyordu. Programın ilk dakikasında Aziz Yıldırım’ın Ahmet Hakan’a bana istediğini sorabilirsin ve lütfen kafana takılan herşeyi sor demesi de büyük bir özgüvendi. Keza Ahmet Hakan’da öyle yaptı. Her soruyu sansürsüz, acımasızca, ama düzeyli bir üslupla sordu. Aziz Başkan’da korkusuzca, kimseye eyyam yapmadan ve açık yüreklilikle her birine cevabını verdi. Ancak  yayına Aziz Yıldırım’la beraber katılan Mahmut Uslu’nun söylediği bir gerçek vardı ki, bence programa damgasını vuran haksızlıkta buydu. Meğerse davadaki Trabzonspor avukatları aynı zamanda fezlekeyi yazan polislerin sözleşmeli  avukatıymış.Yani suçlayanla, suçlananın avukatı birmiş. Bu da davanın nasıl manipüle edildiğinin delilidir diye düşünüyorum. Sadede gelirsek, bu ve Aziz Başkan’nın yaptığı açıklamalar gerçekten konuya hakim olan, olmayan herkesin gozunü açtı diyebiliriz. Bu sayede programı izleyen taraflı tarafsız herkes Fenerbahçe’ye bu süreçte yapılan bütün adaletsizlikleri ve Fenerbahçe’nin bu adaletsizlikler karşısındaki duruşunu bir bir öğrenmiş oldu. Daha sonra kontra olarak Trabzonspor Başkanı da avukatlarıyla birlikte  aynı programa çıksada söyledikleri ve “Rezilce” ve “Utanç”verici ithamları adalet duygusu olan kimseyi tatmin etmedi. Hatta Fenerbahçe programı ile bu programı kıyaslayanlar sosyal medyada “#direnAhmetHakan” gibi espriler yaptılar. 




Aziz Yıldırım’ın  herşeyi tüm çıplaklığıyla anlattığı programda ortaya çıkan birçok gerçek taraflı tarafsız birçok kişinin adalete karşı olan güvenini derinden sarstı, bunun sonucu olarakta Fenerbahçe’li Avukatlar Derneğinin “Türkiye için Adalet, Fenerbahçe için Adalet” yürüyüşüde daha önce hiç görülmemiş bir kalabalığa sahne oldu. Yüzbinlerce kişinin katıldığı yürüyüşte birtek Fenerbahçe’liler yoktu. Beşiktaş’lısından, Galatasaray’lısına, Sakarya’lısından Trabzonspor’lusuna birçok adalet isteyen insan orada korkusuzca devletten hakları olan adaletin tekrar ülkemizde sağlanması için haykırdı. Bu arada Ali İsmail Korkmaz’da unutulmadı yürüyüşte. Ailesi Bolu Fenerbahçe’liler tarafından maça davet edilerek öptüğü çubuklu forma yaşatılmaya çalışıldı anısına. Tabi ki gideni geri getirmez ne yazık ki, ancak Fenerbahçe taraftarının yapılan her haksızlığın karşısında ki duruşu ve gidenleri unutmayacağı gerçeği dosta ve düşmana gösterilmiş oldu. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim bir konu da tüm yürüyenlerin, hatta polise ve etrafa daha önce durup dururken zarar verdiği iftirası atılan Fenerbahçe’lilerin sağduyulu davranışlarıydı. Art niyetli kişilerin beklediği gibi bir olayın gerçekleşmediği, bir tartışmanın bile yaşanmadığı bir ortamda yüzbinlerce kişinin aradığı hak ve adalet, dünyada örnek gösterilmesi gereken bir olaydır, bu sebeple başta en önde yürüyen Başkanımız olmak üzere sağduyulu davranarak Fenerbahçe’liliğimle tekrar gurur duymamı sağlayan herkese teşekkür ediyorum.

Özetlemek gerekirse, Başkanımızın katıldığı ve Ahmet Hakan’ın gerçekten objektif ve seviyeli yaptığı programın ardından, Fenerbahçe’li adalet için suskunluğunu bozdu ve adalete giden yolda tüm gemileri yaktı diyebiliriz. Tabi ki hukuk çerçevesinde bozulan bu suskunluğun en büyük ispatı, beşyüzbine yakın insanın, Fenerbahçe ve Türk bayraklarıyla sokaklara dökülmesiydi. Bu görülmemiş yürüyüş umarım birilerinin dikkatini çekmiştir. Keza spora karıştırılan siyasetten rahatsız olan Fenerbahce’li sporseverler, bu durumun düzeltilmemesi halinde siyasete spor sokmaktan çekinmeyecek gibi gözükmektedir. Bu da takdir edersiniz ki, sadece İstanbul’daki yürüyüşe gelen insanların sayısı beşyüzbine yakınsa, Türkiye genelindeki tepki hiçte azımsanmayacak sayıda olur. Sözün özü Fenerbahce’nin Başkanı bildiği doğrulardan hapis yatma pahasına vazgeçmiyorsa, Fenerbahce taraftarıda adil yargılanana kadar Korkmadan Yürüyecektir. Yanlış anlaşılmasın, bizim isteğimiz ne af ne de ayrıcalıktır, tüm Türkiye için ve tabi ki sevdamız Fenerbahçe’miz için adil yargılanma hakkıdır. Kaldı ki Fenerbahce’nin suçlu olduğunu savunanlarda bu talebe muhalif olmamalıdır, keza istediğimiz ve hakkımız olan ADİL yargılanma sonunda zaten suçlu olan herkes cezasını çekecektir. Tabi bu muhalif kişilerin, ADİL yargılanma sonucunda  mahkum olma riski varsa onu bilemeyiz. 

24 Ocak 2014 Cuma

SON SÖZÜMÜZ…

Yazılan senaryonun galası 3 Temmuz 2011 günüydü. Sahneye konan oyunun kurbanları da Fenerbahçe ve Fenerbahçe’ye hizmet eden kişilerdi. Sabah erken saatlerde yapılan baskınlarla sanırsınız dünyanın en büyük terör örgütü yakalandı. Sonrasında şakşakçı medya tarafından kullanılan başlıklar ve resimlerde adeta bunu belgeler nitelikteydi. Amaç Fenerbahçe başkanını Fenerbahçe’den suçlayarak koparmaktı. Silahlı suç örgütü diye basına servis edilen haberler sonrasında olay şike davasına dönüşmüş, onlarca maçta şike olduğu iddia edilir olmuştu. Aylar süren davalar ve bu süre içinde insanların özgürlüğünden edilmesi sonrası delillerin tamamının savunma tarafından çürütülmesine rağmen 3 maçta şike yapıldığı gerekçesiyle Fenerbahçe Başkanı ve bazı yöneticileri suçlu bulundu mahkeme sonucunda. Yine de Fenerbahçe taraftarı bu işte bir terslik olduğunu biliyordu, en basiti şike yapılmışsa kiminle yapılmıştı bunun cevabı yoktu ortada. Haklı olarak Fenerbahçe ve davada suçlu bulunan kişiler yargılamanın usulü ve bant kayıtlarındaki yanlışlar sebebiyle yargıtaya başvurdu.

Yargıtay kararı beklenmeye başlandığında adalete güvenen herkesin içi çok rahattı, çünkü görülen davadaki yanlışlar gün gibi ortadaydı. Bir de davayı gören mahkemenin konusu da değildi ayrıca bu dava. Adalete güvenen herkes yargıtaydan davanın geri döneceğini ve daha adil şartlarda bir yargılamanın tekrar yapılacağını düşünürken, ülkede bir başka siyasi kriz ortaya çıktı. Bu malum krizi tekrar yazmaya gerek yok, ancak yaşananlar Aziz Yıldırım’ın daha ilk günkü söylemini doğrular nitelikteydi. Hatta bu sebeple bütün Özel yetkili mahkemelerde görülen davaların tekrar görülmesi gündeme geldi. Bu durumda açıklanması beklenen yargıtay kararının askıya alınacağı düşünülürken, alelacele Fenerbahce’nin davasında onama kararı çıktı. Taraflı tarafsız herkesin manidar bulduğu bu karar nasıl uygulanır, yeniden yargılama kararının önü açılırsa bu kararı verenler ne yapar bunları bilemeyiz, ama tarih ne yazık ki bir haksızlığa daha şahit oldu diye düşünüyorum.

Yargıtay kararı açıklandığında Aziz Yıldırım yurtdışındaydı. Bunu fırsat bilen malum basındaki malum menşeili kişiler hemen patlattılar bombayı. Aziz Başkan yurtdışından dönmeyecek ve kaçak olarak hayatına devam edecek diye. Hatta aklı evvel kişiler bundan sonra yönetim kurulu Fransa’da yapılır gibi seviyesiz esprilere bile imza attılar. Ama insan karşısındakini kendi gibi bilirmiş sözünü akıllara getiren bu söylemlerin hepsinin içi boş çıktı, çünkü 21 Ocak akşamı Aziz Yıldırım “kalemimiz kırılmış, cezamı çekmeye geldim” diyerek İstanbul’a ayak bastı. Onbinlerce kişinin eşliğinde havaalanından Fenerbahçe stadına gelen Başkanı karşılayanlar arasında diğer takım taraftarlarını da görmek Türk insanının yapılan haksızlığa tepkisi olarak en büyük cevaptı tüm dünyaya. Başkan kaçacak, ülkeye dönmeyecek diyenlerin yüzü kızarmışmıdır? Hiç sanmıyorum, ama Aziz Yıldırım’ın kocaman yüreği, haksız sonuçlansa bile kanunlara olan saygısı eminim herkes tarafından görülmüştür.


Fenerbahçe taraftarına gelince. Dünyanın en büyük sivil toplum örgütü olduğu her geçen gün daha da tescillenen bu taraftar grubu Türkiye’nin gururudur diye düşünüyorum. 21 Ocak akşamı onbinlerce kişi sokaklara döküldü ve bir kişinin bile en ufak bir taşkınlığı kanunsuz hareketi olmadı. Bu da gösteriyor ki bir tahrik olmazsa Fenerbahçe taraftarı aklı selim davranmayı bilir ve hakkını sonuna kadar savunurken hiç bir taşkınlığa sebebiyet vermez. Bu sebeple büyük taraftarımızı bir kez daha kutlamak istiyorum, önce medeni olmalarından sonra da Fenerbahçe’sine güvenlerinin bir gram bile azalmamasından dolayı. Unutulmamalıdır  ki doğrular ortaya çıktığında bunun en büyük mimarı kendileri olacaktır. Bu sebeple herkesi Fenerbahçe’ye daha fazla desteğe davet ediyorum. Hukuk savaşımız sürerken takımlarımızda sahada ki onurlu mücadelesine devam ediyor, her branşta şampiyonluk parolasıyla çıktığımız yolumuza en önde devam ediyoruz. Bu haksızlıklara en güzel cevabı sporcularımız sahada vermek için durmadan çalışıyorlar, taraftarımızın koşulsuz desteği de tek dayanakları. Yani Fenerbahçe’li! çok yoğun günler bizi bekliyor. Belki birgün sokakta, ertesi gün statta, birgün cezaevi kapısında ertesi gün basketbol salonunda olmamız gerekebilir, ama bu bizleri yormayacak ve hep Fenerbahçe’mizin ve başkanımızın yanında olacağız. Kimse unutmasın ki her nerde olursak olalım ilk sözümüz de son sözümüz de Fenerbahçe olacak!