29 Ekim 2011 Cumartesi

BAYRAM MESAJI

Uğruna sayısız şehitler verdiğimiz Cumhuriyetimizin, 88. yılını kutluyorum. Yüce Önderimiz Atatürk'ün ve bugüne kadar bu Cumhuriyet için canını vermiş tüm şehitlerimizin ruhu şad, mekanları cennet olsun.


 NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

26 Ekim 2011 Çarşamba

Federasyondan Bir Skandal Karar Daha....

Önce direnç göstereme ve UEFA'nın tavsiyesi diye bir bahane ortaya atarak iddianamesi bile çıkmadan, sen yüzyıllık bir kulübü suçlu ilan ederek Şampiyonlar Ligine gönderme. Ama bunu yaparken de O takıma yurtiçinde ceza verebilecek yürek olmasın sende veya iftira olduğunu bildiğin için, sonrasında başına geleceklerden korkarak kararın sonunu getireme. Sonra insanlar birbirine girer endişesiyle, derbi maçlardan korkar hale gel. Ey Federasyon, bu mu senin adaletin?, Bu mu senin kriz yönetim şeklin? Bu mu senin futboldaki çözümün?

Basiretsiz, korkak, birilerinden alenen emir alarak yönetilen bir kurumdan aslında hiçte yadırganmaması gereken kararlar üstüste futbolun kafasına kafasına vuruyor adeta. Fenerbahçe'ye yapılan ve neden yapıldığı herkes tarafından rahatlıkla görülebilen bir haksızlığın ardından hiçbir duruş gösteremeyen Futbol Federasyonu, skandallara resmen birbir imza atıyor. Bunun sebebi ya ülkenin gündemini değiştirmek, basiretsiz iktidara rahat bir nefes aldırtmaktır, ya da şakülü kaymış federasyon yöneticilerinin, panik halinde adımlar atmaya kalkışmalarıdır. Sebep her ne ise, liglerdeki komik play off sisteminden sonra, futboldan adeta uzaklaştırılmak istenen taraftarlara ikinci darbe de şu an itabariyle vurulmuştur. Derbi maçlara deplasman taraftarı giremeyecek! Futbolun, Türkiye'de, doğduğu günden beri insanlar, derbi maçları izlemek için yanıp tutuşur. O günlere, düğün, sünnet, yemek organizasyonları, arkadaş toplantıları, vs. konulmaz çünkü maç izlenecektir. Bilet bulabilen statta, bulamayan tv'de izler maçı. Taraftarlar sadece o günlere özel pankart, slogan organize eder ve kimileri için bu maçlarda alınan galibiyet şampiyonluktanda önemlidir. Şimdi çıkmış aklı evelin biri, derbilere rakip taraftar sokulmasın kararı almış, sebep olarakta olası bir şiddetten bahsediliyor. Peki bu şiddetin sebebi ne? Bunca yıl maçlara herkes gidip gelmişken, güvenlik tam sağlandığında ne olmuş statlarda? Birkaç münferit olaydan başka hiçbirşey.... Peki şimdi neden bu korku? Çünkü şu an devleti, ligi ve adaleti yöneten kişiler öyle akıl almaz skandallara imza attı ki, öyle nefret tohumları ektiler ki sonuçlarından korkar oldular.

Ey federasyon, öncelikle Fenerbahçe Beşiktaş maçında ne gibi bir problem çıkabilir ki? Her iki takımda mağdur durumda, birbirini ispiyonlamış değil. Eğer korkun varsa, bu maçlar için değil, Fenerbahçe'ye iftira atanlarla, Fenerbahçe maçları için  önlem al. Kaldı ki Fenerbahçe taraftarı senin düşündüğün gibi de değildir, o maçlarda da maçını seyreder, protestosunu yapar gider. Bekleme hiç, statta adam öldürme, yaralama, dövme gibi şeyleri. Hatta inanmıyorsan, daha bu sene oynanan, basketbol maçlarına bak. Fenerbahçe Trabzon maçında sahaya bir kişi girmiş mi? Bir Trabzonlu sporcu darp edilmişmi? İzle maçın videosunu, gör. Ve korkma! Bu ülkede futbol varsa derbiler sayesindedir. Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray derbilerinde rakip takımı içeri almamak, zarardan başka hiçbirşey getirmez. Trabzon'mu onu derbiden sayan yok zaten, ama polis etraflıca önlem alırsa, o maçtada her iki şehirde burun bile kanamadan biter. Ey Federasyon inanmıyorsanız kendiniz giyin üzerinize Trabzon formalarınızı gelin Kadıköye, bizim misafirimiz olun, anlayın demek istediklerimizi....

24 Ekim 2011 Pazartesi

Özlenen Kadıköy Günleri...

Yer sarı, gök lacivert olurdu Kadıköy'de maç günleri. Herkes formasını giyer çıkar gündüzden sokaklara, maç heyecanını, coşkusunu yaşardı, ailesiyle, sevgilisiyle veya dostlarıyla beraber. Belki önce Kalamış'a inilir orada yemekler yenilir veya Bağdat caddesinde üzerinde çubukluyla yürüyüşler sonrası bir kafede, çay kahve içilirdi. Ufak ufak tezahuratlar başlar, maç havasına girilirdi, sokaklarda. Maç bileti olan şanslı azınlık oralardan stada doğru yürümeye başlar, diğerleri de doğru maçı izleyecekleri mekanlara veya evlerine doğru yolakoyulurdu. Herkesin içinde aynı heyecan, aynı coşku ve maç galibiyetle sonuçlansın diye aynı dualar, dinler, ırklar ayrıda olsa, aynı amaç uğruna dileklerde bulunulurdu. Genellikle öfke değil, coşku hakim olurdu gözlere ve yüreklere. Kısacası maç günü Kadıköy'de karnaval demekti, eğlence demekti, heyecan demekti. Maç günü Kadiköy'de en çok beklenen gündü. Hem de çok yakın zamana kadar!

Daha sonra bir kara bulut çöktü Kadıköy'e. Ve bir sabah uyandığımızda Fenerbahçe için varını yoğunu ortaya koyanlar özgürlüklerinden olmuş, yargılanmak üzere tutuklanmıştı. Gazetelerde boy boy resimler ve iddialar yer alıyordu, ancak olayın nedenini, iddiasını açıkça bilen yoktu. Daha iddianamesi bile açıklanmadan, savunma hakkı bile verilmeden onlarca kişi tutuklanmıştı. Hala da bu skandal adaletsizlik düzeltilmiş değil. Fenerbahçe taraftarıyla, işte böyle bir zamanda buluştu, statta. Her çalan marşta, söylenen tezahuratta, akan gözyaşında bu haksızlıklara isyan vardı Kadıköy'de ki ilk taraftarlı maçta, ve herkes emindi ki, Başkanı, Yöneticileri ve Neferleri adaletli bir şekilde yargılanma sürecine girmeden de bu öfke, gözyaşı ve isyan dinmeyecekti. Hiçkimse bundan daha kötüsünün başımıza gelebileceğine ihtimal vermiyordu.

Ancak Kadıköy'de ki o kara bulutlar, bir sonbahar günü tüm Türkiye'yi sardı malesef. 20 Ekim sabahı, öyle bir haber geldi ki doğudan, içimiz öyle bir yandı ki duyduklarımızdan, işte bu üzüntüyü hiçbirşeyle karşılaştıramazdık. 24 tane gencecik vatan evladı, teröre kurban gitmişti ve şehitlik mertebesine yükselmişlerdi, henüz hayatlarının baharlarındaydılar, annelerinin bir taneleriydiler ve babalarının gelecekteki gurur kaynakları olacaklardı. Neden? Bizler evimizde rahatça uyuyalım diye! Neden? Ay ve Yıldız ilelebet bu topraklarda dalgalansın diye Neden? Bu vatan bölünmesin diye! 
Astsubay Kıdemli Başçavuş İbrahim Geçer - Konya (Akşehir)
Jandarma Üsteğmen Murat Bek (Yozgat)
Jandarma Er Koray Özel - Adana (Feke)
Uzman Çavuş Mustafa Aslan - Çorum
Jandarma Komando Onbaşı Yavuz Çoban - Aksaray
Er Eyüp Çolakoğlu - İstanbul
Piyade Astsubay Bilal Özcan - Bilecik
Jandarma Çavuş Birol Elmas - Sakarya
Piyade Er Ufuk Bozkurt - Kırklareli (Vize)
Jandarma Komando Er Süleyman Kalkan - Isparta (Yalvaç)
Jandarma Komando Er Mehmet Çetin - Aydın (Nazilli)
Jandarma Er Mesut Cengiz - Hatay (İskenderun)
Er Mehmet Ağgedik - Elazığ
Er Reşit Ercan - Elazığ
Uzman Çavuş Halil Özdoğru - Sinop
Piyade er Fikret Özel - Samsun
Jandarma Er Fevzi Kazak - Gaziantep
Er Yunus Yılmaz  - Ankara
Piyade Çavuş İdris Çam - Kahramanmaraş
Er Hüseyin Güldal - Kocaeli
Jandarma Piyade Onbaşı Soner Ateşsaçan - Artvin (Yusufeli)
Onbaşı Mesut Kazanç - Erzurum
Er Ramazan Akın - Ağrı (Hamur)
Piyade Er Ahmet Tuncel - Bitlis (Mutki)  
.... ve tüm diğer şehitlerimiz;
Hepinizin mekanı cennet olsun, size söz veriyoruz ki, canınızı verdiğiniz bu uğurda bizlerde canımızı vermekten hiçbir zaman çekinmeyeceğiz. Rahat uyuyun ve ruhunuz şaad olsun.


Bu üzüntüden sonra ne maçın heyecanı kaldı içimizde ne de zaten uğranan haksızlıklardan dolayı takmadığımız maç sonucunun bir ehemniyeti. İşte tam da bu üzüntüyle, isyanla, öfkeyle maça gitmeye hazırlanırken, maç sabahı, herşey üstüste geliyor dedirten, o haber geldi. Kara bulutlar, dağılmaya başlamadığı gibi, daha da çoğalmıştı. Van'da 7.3 büyüklüğunde deprem! Ve 50'nin üstünde hayatını kaybeden ve yüzlerce yaralanan vatandaşımız! Hayatını kaybedenlere Allah'tan Rahmet, Ailelerine baş sağlığı dilemekten ve elimizden geldiğince maddi yardım etmekten başka çaremiz yok malesef. Bunun üstüne de ne yazsak malesef birşey ifade etmeyecek. 

Maç saati gelip çattığında, Fenerbahçe ikinci kez taraftarıyla buluşacağı gün, alınan şehit haberleri, deprem felaketi, Kadıköy'de ki 3 Temmuz sonrası hüzünü kat ve kat arttırmıştı. Sarı lacivert olan tribünlerde hakim renk bu sefer siyahtı ve ellerde sadece Türk bayrakları, dillerde milli marşlar vardı. Zaten böyle bir haftada nasıl futbol düşünülebilirdi ki?  Takım sahaya simsiyah t-shirtlerle çıktığında, ellerinde de bir pankart vardı futbolcuların. Önce maraton tarafına gösterdiler. Merakla ne yazılabilir, ne ifade edilebilir böyle bir günde diye düşünürken, benim oturduğum tribüne çevrildi pankart. Tam da aklımdan geçen, duygularıma tercüman olan şey vardı siyah pankartın üstünde. Hiçbirşey! Bomboş siyah bir pankarttan başka ne daha iyi anlatabilirdi ki duygularımızı, öfkelerimzi ve hüznümüzü. Düşünenlerin eline sağlık. Ve maç başladı, duygusuzca, ruhsuzca ve isteksizce. Her iki takım oyuncularıda, yabancısıyla, Türküyle öylesine bir maç oynadı işte! Ve o pankart gibi bir sonuçla son düdük çaldı. Akılda kalan tek şey, şehitlerimiz, depremde giden canlar ve terör örgütüne duyulan öfke oldu.

Umarım bu kara bulutlar, ülkemin ve camiamın üzerinden bir an önce kalkar ve bu sene başladığından beri özlemini çektiğimiz güzel Kadıköy günlerine geri döneriz, Devletimizin ve Adaletimizin ülkemize ve bireylere sağladığı can, mal ve özgürlük haklarıyla birlikte.



12 Ekim 2011 Çarşamba

Sarı Meleklere Destek...

Pazar akşamı Süper Kupa finali için Sarı Melekleri Desteklemeye gittik Eren'le. Sonuç malesef maglubiyet oldu, ama Armamızın Gururu Sarı Meleklerin Canı Sağolsun.....

Zaten bu sene hiçbir dalda sonuca bakmadan takımlarımızın peşindeyiz, yapılan haksızlıkların bedelini Onlar ödemeyecekler......

NAZ AYDEMİR ne yazık ki maçı tribunden izlemek zorunda bırakıldı...TVF umarım bunun hesabını öder!

Söz Konusu Fenerbahçe'ye Destekse Yaş Teferruattır...

Suçlamalar, cezlar, komik uygulamalarla sindirilmeye çalışılan, kulübüne desteğini kesmedi diye, iftiraları kabullenip Başkanını satmadı diye, komik bir cezayla takımından ayırılan Fenerbahçe taraftarı, sokaklarda, cezaevi kapılarında, hastanelerde hep destek çıkarak camiasına, sabırla bekledi takımıyla buluşacağı günü. Hep ertelendi, hep ertelendi, ama sonunda büyük buluşma gerçekleşti..... İşte size oğlumla beraber yaşadığım o muhteşem gün...  İçim buruktu belki, ama aylardır da bu günü bekliyordum....

...Ve beklenen gün gelmiş, Fenerbahçe taraftarı, aşkıyla, kendi evinde buluşacaktı. Aylar öncesinden alınan yeni formalar ütülenmiş, bayraklar ortaya çıkmış ve o buluşma günü, günler öncesinden beklenmeye başlamıştı. Maç İBB takımıylaydı ve Fenerbahçe'nin 1 sıra önünde ilk 4 hafta da liderlik koltuğunda oturuyordu. Yani normal şartlarda maçın sonucu önemliydi, ancak bu buluşmada ki coşkuyu, yapılan haksızlıklara isyanı, hiçbir sonuç etkileyemezdi. Bizim evde de durum böyleydi. İstanbul programı yapılmış, formalar, atkılar hazır, İstanbul'a ailecek gidilecekti. Ve inaılmaz şekilde Eren'de 3,5 yaşında olmasına bakmadan, holigan ruhuyla hazırdı maça gitmeye. Ancak sonra küçük bir aksilik oldu ve plan iptal oldu. Maça maç sabahı araba ile tek başıma gidecek ve akşamına da dönecektim. Bu durumda yorgunluk olur diye Eren'i de götürmeme kararı almıştım.  Sabah kalktık, Eren gelmeyi istemesin diye, çeşitli aktiviteler, eğlenceler planlamıştı annesi, sabah ilk iş dedesinin yanına gönderdik ki, ben rahatça evden kaçabileyim, ama orada duymuş benim gideceğimi ve hemen eve dönmek istemiş, "Babam bana söz verdi, bensiz gitmez" demiş. Ben de bu lafı duyunca, bir babanın sözünün ne kadar önemli olduğu fikriyle, bir an da O'nu da götürme kararı aldım yanımda. Giydi formasını ve atladı arabaya.

Yolculuk başladı, ancak daha ilk dakikalardan sancılı bir gidiş olacağı belli olmuştu. Daha gişelere varmadan, Eren'in midesi bulanmış ve kusmuştu. Daha yolun başındayız diye, O'nu eve bırakmayı önersemde Eren holigan ruhundan birşey kaybetmeyerek yola devam etmek istediğini, aksini söylersemde yaygarayı koparacağıni belli etmişti bana. Biraz oyalandıktan sonra devam ettik yola ve otoban üzerinde ki ilk mola yerimize kadar kazasız belasız geldik. Vardığımızda Eren yaklaşık yarım saattir uyuyordu, ancak birşeyler yemesi gerektiği için uyandırmak zorunda kaldım. Burger King'i görünce uykusu birden açıldı ve oyuncaklarıyla beraber, çocuk menüsünü aldı ve keyifle yemeğini yerken, o sırada maça gitmekte olan diğer Fenerbahçe'lilere de tebessüm atmayı ihmal etmedi. Yaklaşık 1 saatlik, yemek yeme, oyun oynama, tuvalet ve şekerci ziyaretinden sonra, tekrar yola koyulabildik. Eren hemen uyumuştu ve rahatça devam ediyorduk yola. İstanbul girişine geldiğimizde saat 16:00 civarıydı ve trafik vardı. Eren'de uyanmış, sıkılma belirtileri göstermeye başlamıştı. Trafikte dur, kalk yapmaktan yine midesi bulanmıştı ve bu sefer tam olarak arabanın içine yediklerini çıkarmıştı. İşte bu tam bir fiyaskoydu! Yarım saatte yol kenarında temizlik, üst değişim işleri ile uğraştıktan sonra yola devam ettik.

17:15 civarında, Suadiye'ye gelebilmiştik. Kombine kartlarımız halamın evindeydi, orda kuzenlerle buluşup, maça beraber gidecektik. Çok zamanımız kalmadığı için Eren'e 10 dakika yemek yedirip hemen çıktık evden ve stada doğru yola koyulduk. Bağdat Caddesi her zamanki gibi sarıy lacivertti, ancak her zamanki atmosferin aksine, insanların yüzünde coşku değil daha çok öfke belirgindi. Maçın başlamasına az bir süre kala stada girdik. İlk adımımızı attığımızda içimde her zamanki heyecan, mutluluk ve stadın güzel ışıklarını görme sabırsızlığı belirmeye başlamıştı. Eren'e baktım, gözleri faltaşı gibi açılmış etrafına bakınıyor, ve statta çalan marşa mırıldanarak eşlik ediyordu. Sonra birden, aylardır, bize yapılan haksızlıklara karşı yapılmış, her dinlediğimde gözlerimden yaşların aktığı o marş başlamıştı "Asla Yalnız Olmayacaksın". Bir baktım Eren'de öğretmediğim halde marşı söylüyordu. O anda da gözlerim doldu ve kendimi zor tuttum.

Ve saat 19:00 olmuştu bile, maç düdüğü çaldığı anda duymaya alışık olduğumuz ondan geri sayım ve o muhteşem tezahurat tribünleri sardı. Göz ucuyla Eren'e baktığımda elindeki çekirdekleri fırlatmış zıplamaya başlamıştı bile. İşte o an anladım oğlumun "çekirdekçi taraftar" denilenlerden olmayacağını ve ilerde boğazı patlayıncaya kadar takımına destek olacağını. Sonra düşünceler kafamda bir anda yok oldu ve aylardır özlemini çektiğim Fenerbahçe'mi konsantre bir şekilde izlemeye başladım. Başkanımız cezaevinden çıkana kadar daha önce de söylediğim gibi, futbolun kalitesinin, iyi oyunun ve sonucun hiçbir önemi yok benim için, bu sebeple maçın güzel anlarını, Alex'in, Stoch'un ve Gökhan'ın muhteşem oyunlarını yazmayacağım, Başkanım ve arkadaşları canlı izleyemezken, hiçmi hiç içimden gelmiyor yazmak, nispet yaparmış gibi. Bu sebeple Eren'in hikayesi olarak devam ediyorum.



Maç bittiğinde takım haklı galibiyetini almıştı ve birazcıkta olsa morallenmişti. Stattan hemen çıkmadık ve takımın bütün tribünleri tek tek gezerek selamlamasını izledik. Eren zevkten dört köşeydi, ne de olsa 4 gol görmüştü ve 4 kere tanıdığı tanımadığı kişilerin omuzlarında gol sevincini kutlamıştı. Stad boşaldığında, biz hala içerdeydik ve Eren'i gitmek için ikna etmeye çalışıyordum. O ısrarla Alex'le Volkan nerde, ne zaman tekrar sahaya çıkacaklar diye soruyor, bu arada koltukların arasında, maç sonu çalan ve bitmek üzere olan marşlarla dansederek benden kaçıyordu. Gerçekten komikliği görülmeye değerdi! Sonra bir şekilde yakaladım, omzuma aldım ve stattan çıktık. Her ikimizde çok yorulmuştuk. Bağdat Caddesinde yemek yiyip yola koyulduk. Eren arabaya bindiği dakikada horlamaya başlamıştı ve bende bunu fırsat bilip, hiç durmadan Ankara'ya dönmüştüm. Pazartesi günü Eren'i annesi okuldan almaya gittiğinde, bütün herkes biliyormuş Eren'in günübirlik maç macerasını. Artık beni ayıpladılarmı, çocuğa bu yorgunluğu yaşattığım için, deli mi dediler arkamdan bilinmez, ama oğlumla yaşadığım maç maceralarımızdan aldığım zevki başka hiçbirşeyden alamaz oldum. Küçük oğlumda iki yaşını bitirsin, O'nu da sabırsızlıkla bekliyorum diğer yanımda. Ne dersiniz? Çok mu erken? Ama Ağaç Yaşken Eğilir!