25 Aralık 2013 Çarşamba

YENİ YIL ESKİ DİLEK

Ligin ilk yarısı bitti. Fenerbahçe hatırı sayılır bir puan farkıyla ilk yarıyı lider tamamladı. Ancak nedendir bilinmez, değerli basınımızda bu başarıdan pek bahseden yok. Ne mahşerin 4 atlısının golleri, ne kanatlardaki Gökhan ve Caner’in insanüstü istatistikleri, ne de maçın son dakikasına kadar mücadele eden takımın özverisi kimsenin dikkatini çekmiyor. Hatta bu istikrar takdir edilmediği gibi, bazıları tarafından ligin ikinci yarısında, Fenerbahçe’nin rakiplerinden daha fazla puan kaybedeceği öngörülüyor. Bu öngörüler ister istemez insanın aklına bazı soruları getirmiyor da değil hani. İşte bu sebeple, yeni yıla girerken adet üzerine tutulan dileklerde, benim için sağlık, mutluluk, paranın önünde ülkemde adalet olması ilk sırada yer alıyor. 

Ligin ilk yarısıyla birlikte, acısı tatlısıyla kocaman bir yılı da geride bıraktık. Geçen yıla girerken dilediklerimizin birçoğunu ne yazık ki, gerçekleşmediği için bu yıla girerkende dilemek zorunda kaldık. Bunların başında Fenerbahçe’ye yapılan haksızlıkların adli ve futbol mercileri tarafından da görülmesi geliyordu. Ama ne yazık ki özellikle Avrupa futbolunu yönetenler, olan biteni araştırmadan bir fezleke üzerine karar aldılar ve belki de yüzyılın en büyük skandalına imza attılar. Bu da şu anda Fenerbahçe’nin iki kocaman senesine mal oluyor ne yazık ki. Ve bizler yeni yıl yeni umut diyerek 2014’e girerken de aynı dilekte bulunduk. Umarım bu sefer dileklerimiz gerçekleşir ve yeni yıl bize adaletiyle ve huzuruyla birlikte gelmiş olur. Çünkü ancak böyle çıkar Türk futbolu karanlıktan aydınlığa. 

Tabi bir de, muhteşem(!) basınımızın müthiş(!) tespitleri söz konusu. Bunun düzelmesi için bir dilekte bulunmadım bu yıla girerkende, çünkü olmayacak duaya amin deme gibi bir yapıya sahip değilim ve medyada kötülere hizmet edenlerin hiçbir zaman bitmeyeceğini bilecek kadar da aklım çalışıyor çok şükür. Bu sebeple yeni yıl için dileğim, basınımızda iyilerin sayısının kötülere oranla daha da artması olabilir ancak. Düşünsenize öyle bir basına sahibiz ki, bir takım ligin ilk yarısını, rakiplere oranla çok daha güzel bir futbolla, kalite farkıyla ve iyi performansla açık ara önde tamamlıyor, ama onlar, ligin ikinci yarısında, o takımın rakiplerinden fazla puan kaybederek şampiyon olamayacağını öngörüyor. Hiçbir şekilde açıklayamadıkları bu öngörüyü de yandaşları ayakta alkışlıyor. Ve bir Allah’ın kulu sormuyor bu zatlara, “dayanağınız ne?” “Bildiğiniz birşey mi var?” diye. Bizim gibi tek tük soranlarda görmezden gelinerek soruların üstü örtülüyor, tıpkı sözde şike davasında gerçek suçluların delillerinin örtüldüğü, görmezden gelindiği gibi. Bakalım ligin ikinci yarısı bizlere ne gösterecek. Ne gibi adaletsizliklere maruz kalacak Fenerbahçe? Veya nasıl bir kumpas kurulacak yine paçamızdan çekilmek için. Hep beraber yaşayıp göreceğiz. 

Ama benim içim yine de rahat doğrusunu söylemek gerekirse. Sahada akıtılan terden de harcanan emekten de çok umutluyum ben. Oyuncularımız her türlü haksızlığa, sahada özveriyle oynayarak cevap veriyorlar. Bir istikrarda yakladılar ve kazanmayı adet haline getirdiler. İşler böyle olunca , hakem hataları olamadan takımın puan kaybetme olasılığıda çok düşük gözüküyor. Ancak Beşiktaş ve Karabük maçlarında ki gibi verilmeyen goller olursa tabi sonuç ne olur bilemeyiz. Ancak ilk yarıyı bunlara rağmen açık ara önde tamamladık ve inanıyorum ki ligide yine açık ara önde tamamlayacağız. Bunun yanı sıra camiamızın saha dışındaki kenetlenmiş görüntüsünü de gelecek olan zaferlerin diğer bir habercisi olarak görüyorum. Olağanüstü kongrede çıkan farklı sonuç, sporcuların soyuma odalarında verdiği “Biz Bir Aileyiz” pozu ve yaz kış, kadın erkek demeden taraftarın doldurduğu tribünler inanmışlığın ve kenetlenmenin ispatıdır diye düşünüyorum. Bu birliktelik inanıyorum ki Fenerbahçe’ye şampiyonluklardan daha fazlasını getirecek, daha doğrusu şampiyonluktan daha önemli olan adaleti getirecek ve gerçekleri birbir insanların gözünün önüne serecek. 


Son olarak şunu belirtmek istiyorum ki, benim yeni yıla girerken dileğim geçen yıl dilediğimle aynı oldu. Yine adaleti, hakkaniyeti ve doğruların ortaya çıkmasını diledim. Ve bu dileklerim gerçekleşene kadar da yeni bir dileğim olmayacak. Umarım 2014’de tüm mağdurlar kaybettikleri haklarına kavuşurlar, onların yerine adaleti yanıltanlar, kumpaslar içinde olanlar ve hak yiyenler cezalarını çekerler. Bu sayede ülkemiz tekrar güvenle yaşanılan eski günlerine döner. Ve tabiki dilerim ki Fenerbahçe’nin haklılığı tüm dünyaya yargımız tarafından ilan edilir ve itibarı UEFA tarafından tekrar iade edilir. Aksi takdirde UEFA’da ki bu şaibe ancak kendisini ve yönetenlerini bitirir. Herkese güzel bir yıl diliyorum. 

5 Aralık 2013 Perşembe

EREN & KEREM

ONLAR SEÇİMLERİNİ ÇOKTAN YAPTILAR...
ÇUBUKLU FORMA RÜYALARI,
FENERBAHÇE SEVDALARI OLDU...
...VE SON SÖZLERİ HERZAMAN
FENERBAHÇE
BU SAYEDE HAYATA 1-0 ÖNDE BAŞLADILAR






21 Kasım 2013 Perşembe

GÜNDEM DEGISIR , GERCEK ASLA...


10 Kasıma, yani Ata’mızı özlemle andığımız bu güne, bu sene bir de Fenerbahçe’mizin ezeli rakibiyle maçı denk gelince heyecanımız daha da arttı. Böyle bir maçın böyle bir güne denk gelmeside akıllara Ata’mızın meşhur “Ben sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklısını severim” sözünü getirdi. Hal böyle olunca, elbet herkesin bu maçtan beklentisi, önce centilmenlik ve dostluk, sonra da Ata’mıza yakışır bir atmosfer oldu. Bu sınavdan gerek her iki takımın sporcuları, gerekese de Fenerbahçe taraftarı alnın akıyla çıktı diyebiliriz. Bir de sonuç Ata’mızın taraftarı olduğu takımın galibiyetiyle sonuçlanınca biz Fenerbahçe’liller için daha da anlam kazandı, 14. yılına giren bu galibiyet serisi. Ancak ne yazık ki bu duygu dolu günde, sporcuların dostane mücadelesine ve taraftarın günün anlamını da ön plana çıkarttığı muhteşem tribün şovlarına, mağlup takımın yöneticileri attıkları iftirayla gölge düşürdüler. 

Oysa herşey ne güzel başlamıştı. Özellikle Fenerbahçe taraftarı  Ata’sına olan özlemini ve hassasiyetini her 10 Kasım’da olduğu gibi, elinde Türk bayrağı, üzerinde Fenerbahçe formasıyla Anıtkabir’e koşarak göstermişti. O gün binlerce Fenerbahçe’li ülkenin dört bir yanından Ankara’ya Anıtkabir’e oradan otobüslerle, uçaklarla İstanbul’a Şükrü Saraçoğlu Stadına gitmişti. Hem Ankara hem Kadıköy Türk bayrağı ile sarı lacivert formanın uyumuyla rengarenk bir hal almıştı. Kimsenin aklında ne kavga ne gürültü vardı. Tek maksat Ata’yı ziyaret etmek, her sene verdiği sözü tekrar yinelemek ve sonrasında Kadıköy’e gelip Ata’sının takımına destek vermekti. Bunu da layıkıyla, rakibine hiçbir düşmanlık beslemeden yaptı Fenerbahçe taraftarı. Maç başlamadan söylenen Atatürk ve Cumhuriyet marşları rakip taraftarlarca bile takdir toplarken, Türk bayraklarının güzelliğide göz kamaştırıyordu. Tabi yanında ki Fenerbahçe bayraklarıda bu kulübün kuruluş amacını dosta düşmana tekrar hatırlatır nitelikteydi. Tribünlerde ne bir küfür ne bir kin yoktu rakibe karşı, çünkü o gün 10 Kasım’dı.

Ve maç başladı. İlk dakikadan son dakikaya kadar Fenerbahçe’nin oyun anlamında, 14 yıldır alışkın olduğumuz bir üstünlüğü vardı ve beklenildiği üzere sonuçta kaçınılmaz oldu. Ancak burda ki güzel olan, her iki takımın sporcularını da iyi niyetli futbollarıydı ve bundan dolayı tebrik etmek lazım her iki tarafıda. Ayrıca hakem hataları da fazla olmayınca, Fenerbahçe pozisyon vermeden rahat bir maç çıkarttı. Gerçi bu statta hakem hataları ve art niyetli sporcular olsa da, Fenerbahçe 14 yıldır mağlubiyet yüzü görmüyor rakibine karşı ama, yine de görmek çok nasip olmasa da böyle adil bir yönetimle bir derbi izlemek insanların hoşuna gitmiştir diye düşünüyorum. Sonuç olarak maç Emre ve Cristian’ın golleriyle 2-0 sona erdi. Sonra ki manzara da görülmeye değerdi. Fenerbahçe stadının alışılagelmiş tezahuratları ile birlikte iki takım oyuncularının kucaklaşmaları ve formalarıni birbirlerine vermeleri de çok gördüğümüz bir manzara değildi. Ve haliyle mutlu etti tüm futbol severleri. 

Buraya kadar herşey güzeldi. Yenen mutlu, yenilen tebrik etmişti. Birden bu güzelliğı ve adil oyunu hazmedemeyen, 14 yıldır bu statta galibiyet yüzü görmemenin altında ezildiğini düşünen bir rakip yönetici ortaya çıktı ve medyadaki camialarının şakşakçılarıyla birlikte, iftira dolu bir gündem yaratarak Fenerbahçe’nin galibiyetine ve çok alışkın olmadığımız rakip takım oyuncularının centilmenliğine gölge düşürme cürretini gösterdi. Dedi ki “Fenerbahçe’li Cristian Türk bayraklı formamızı şortunun içine soktu ve büyük bir saygısılık yaptı. Hemen ceza almalı” Peki bilmiyormuydu acaba? Dünyadaki futbolcuların yarısından çoğu hemen soyunma odasına gitmeyecek ve sahada kutlama yapacaksa rakibinden aldığı formayı, kaybetmemek veya yere düşürmemek için şortunun yanına sıkıştırır, hatta zaman zaman kendi takım formasını da aynı şekilde taşır üstünde. Elbette bizden iyi biliyordu bunu, ama maksat gol atan Cristian’ı medya önüne atarak futbol gündemini değiştirmekti. Keza bunu becerdi de. Hatta o kadar başarılı oldu ki, keyifle yazacağım bu ay ki derbi hikayemi bana bile değiştirtti. Evet belki maçın keyfini gazetelerde, televizyon programlarında süremedik, ama biz Fenerbahçe’liler 10 Kasım’ı Anıtkabir’de de Fenerbahce stadında da en güzel şekilde yaşadık. Bir de üstüne stadımızda ondördüncü yenilmezlik yaşgünümüzü kutladık. Yani televizyondan bu keyifin yorumlarını dinleyemesekte, gazetelerde okuyamasakta , bizzat yaşadık ve hikayemizi hafızamıza kazıdık. Bu da bize yeter, tıpkı bizim bize yettiğimiz gibi.

Haa! bir de şakşakçı medya ve rakip yöneticilere sözüm olacak. Biz Fenerbahçe camiasıyız, sakın ola ki kendi camialarınızla karıştırmayın. Polise, savcıya, UEFA’ya hatta CAS’a inandırdığınız yalanlara inanıp, Başkanımızı satmadığımız gibi, ki bunu son seçimlerde hepinizin yüzüne tokat gibi vurduk, futbolcumuzu da böyle ucuz bir iftiraya feda etmeyiz. Ne Emre’yi ne Cristian’ı ne de özü sözü bir Gökhan’ı size harcatmayız. Onlar Fenerbahçe’nin zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklı sporcularıdır tıpkı camiadaki tüm amatör ve profesyonel sporcularımız gibi. Ve onları ne sizin çamurlarınız kirletebilir ne de iftiralarınızla onlara zarar verebilirsiniz, çünkü onların zırhı Fenerbahçe taraftarlarıdır. Attığınız hiçbir ok onlara işlemez, bu sebeple boşuna komik duruma düşmeyin ve adil yarışmayı öğrenin. Unutmayın iftiralarla ancak gündemi değiştirebilirsiniz, gerçeği değil!

23 Ekim 2013 Çarşamba

KORKMADAN YÜRÜYORUZ...


Ne seçim dönemi, ne yargıtay kararı stresi durduramıyor Fenerbahçe takımlarını. Futboldan, amatör branşlara kadar hepsi Fenerbahçe’li olmanın bilincinde takım ve arkadaşlık ruhuyla mücadelelerine devam ediyor. Daha sezon yeni başladı sayılsada kupalar gelmeye başladı bile. Basketbolda kadınlarda ve erkeklerde gelen Cumhubaşkanlığı kupaları hepimizin göğüsünü kabartırken, esas sevindirici olan güzel oyunlardı. Hele ki Obradovic’in taktik zekası, ortalama bir basketbol izleyicisinin bile dikkatini çekecek kadar yüksekti. Bu da gelecek için çok büyük hedefler koymamız gerektiğinin habercisiydi. Avrupa’da kazanılan ilk maç, Efes’e atılan fark bu sezonun her dalda favorisi olduğunu gösterdi Fenerbahçe Ülker’in. Kadınlarda da keza aynı, geçtiğimiz yıllarda ucundan dönülen başarılara artık bu sene ulaşılabilir izlenimi verdi Kraliçelerimiz. Ama en büyük kitlelerin gözbebeği olan futbola gelince ne yazık ki kalbimiz biraz buruk. 

Neden mi? Geçtiğimiz sezon Avrupa’da ucu ucuna finali kaçıran takımımız, bu sene ki muhteşem takviyeyle muhtemelen Avrupa’nın en çok yükselen yıldızı olacaktı da ondan. 3 Temmuz iftirasına, UEFA’nın da alet olmasıyla birlikte ne yazık ki koskoca iki senemiz yeniyor da ondan. Ama yine de onlar da korkmadan yürüyor hedeflerine! Saha içinde her zaman en iyi olduklarını göstermek için gayret ediyorlar. Daha da önemlisi 3 Temmuzdan sonra gelenlerde anlamış eski takım arkadaşlarının alın terinin gasp edildiğini ve hep beraber saha içinde isyan ediyorlar güzel ve hırslı oyunlarıyla. Birbirleriyle forma savaşına giren oyuncular yine en çok savaş içinde oldukları arkadaşlarına destek oluyorlar. Onların başarılarını kendi başarıları sayıyorlar. Oyuna giren oyuncunun attığı gole en çok onunla değişen oyundan çıkan oyuncu seviniyor. İşte bunlar ancak büyük oyuncuların ve daha da önemlisi büyük insanların gösterebileceği davranışlar ve ne mutlu ki en gencinden en tecrübelisine formamızı giyen her futbolcumuz böyle büyük insan! 

Tabi bu konu da en büyük alkışı da birçok Fenerbahçe muhalifi insanın bu işin altından kalkamaz dediği Ersun Hocamız hakediyor. Onlarca yıldızı bir araya getirip, gerektiği zaman kenarda bekletmek, ama motive tutabilmek her teknik direktörün harcı değildir. Bunun yol açtığı kargaşaya yıllarca ve defalarca şahit olduk. Ama daha yeni gelmesine rağmen Ersun Hoca öyle bir anlattı ki isteklerini takıma ve öyle adaletli forma dağıtıyor ki futbolcular da kararlara saygıyla yaklaşıp, kadroya girememe durumlarında daha fazla çalışarak formayı kapabileceklerini çok iyi biliyor. Ve en önemlisi koskoca yıldızların önceliği her zaman takımın başarısı oldu Fenerbahçe’de. Bu da başarıya giden yolda en büyük artısı futbol takımının. Gerçi, çok uzun yıllardan beri Fenerbahçe’nin transfer politikasında oyuncuların önce kişiliğine önem veriliyor ve bu transfer politikasınında takımdaşlığın öne çıkmasında rolü büyük, ama hocanın da adaletli forma dağıtımınında etkisi çok büyük bu konuda. Tıpkı Aykut Hoca’nında  olduğu gibi. 

Sözün özü en çalkantılı dönemlerde dahi duruşundan ödün vermeyen Fenerbahçe’miz, yine bazı konularda hassas kararların sonucunu beklerken dimdik ayakta, olduğu her kulvarda mücadelesine devam ediyor. Gerek amatör branşlarda, gerekse futbolda hiç bir fedakarlıktan kaçınmadan yatırımlarını şampiyonluklar için yapıyor. Yıkma politikalarına takımlarımız sahada cevabını veriyor ve umuyorum ki sezon sonunda da her branşta layık olduğumuz yerde olacağız. Yalnız bu mücadeleyi verirken biz taraftarlara da herzaman olduğu gibi kulübünün yanında olmak düşüyor. Bir olağanüstü kongre var önümüzde, sizler bu yazıyı okurken yeni dönemde kim Başkanımız olacak belli olmuş olacak ve bizlerin görevi her koşulda Başkanımıza destek olmak olmalıdır. Şimdiden yeni dönemin tüm camiamıza hayırlı olmasını dilerken, düşmemizi bekleyenlere de şunu hatırlatmak istiyorum... Biz Fenrbahçeliler “Korkmadan Yürüyoruz” ve hakkımız olan adaleti yine adli ortamlarda eninde sonunda alacağımıza dair inancımız tam. Bu mücadele sırasında da sporcularımız müzelerimizi alın teriyle kazanılan kupalarla doldurmaya devam edecekler tıpkı bugüne kadar olduğu gibi. Unutmayın ki Fenerbahçe Yıkılmaz, hele ki Birileri İstiyor Diye!

23 Eylül 2013 Pazartesi

OLAĞANÜSTÜ KONGRE...




Atılan iftiralar, üzerimize oynanan oyunlar sonucunda UEFA’dan çıkan Avrupa’dan men cezasını ne yazık ki CAS’ta onadı ve Yönetim Kurulumuz bu sebepten dolayı Olağanüstü Kongre kararı aldı. Şimdi herkes merakla bu kongrede aday olacak isimleri bekliyor. Bu seçimle ilgili, bir Fenerbahçe’li olarak benim için çok rahat çünkü biliyorum ki Fenerbahçe Kongre Üyeleri yaşanan her hadiseyi bir bir takip ederek, gerçeklerin farkında olarak sandığa gelecek ve en doğru adayı Başkanlık için onurlandıracak. Bu süreçte bütün Başkan adaylarımıza başarılar diliyorum ve nacizane olarak Kongre Üyelerine, önceki yönetimi eleştirmek yerine Başkan seçilmeleri halinde neler yapacaklarıyla ilgili projelerini anlatmalarını tavsiye ediyorum. 

Malesef ki ülkemizde gelenek haline gelmiş, muhalefetlerin iktidarları paçalarından aşağı çekerek iktidar olma çabaları. Halbuki oy verenler diğerlerinin hatalarından çok adayların projelerini duymak, vizyonunu görmek ister. Oy vercekleri kişinin başa geçmeleri durumunda, ne yapacaklarını  öğrenmek ister daha da önemlisi olaylar karşısında duruşlarını merak eder. Bizim önümüzdeki Kongrede de aynı şey geçerli diye düşünüyorum. Bence bu seçimde de öncekilerdeki gibi Kongrenin galibini Başkan adayının projeleri, ve vizyonu belirleyecektir, tabi bir de diğerlerinin haricinde bu sefer en büyük etkenlerden biri de uğradığımız haksızlık karşısında adayın duruşuda etkili olacaktır. Çünkü hiçbir sağduyulu Fenerbahçe’li uğradığı haksızlığa boyun eğilmesini aklından bile geçirmez geçireni de Kulüpte göreve getirmez. İşte bu sebeple Fenerbahçe’nin geleceği ve sürdüreceği mücadele ile ilgili benim gönlüm rahat. Daha önce de yazdığım gibi kısa vadeli kaybedilenler, ancak kararlı duruşumuz sayesinde uzun vadede bizi hakkımıza kavuşturabilir. Bu sebeple müstakbel Başkanımızında ilk vazifesi atılan çamuru temizlemek olmalıdır ve olacaktır. 

Henüz adaylar kesinleşmedi, ancak biliyorum ki Kongre Üyelerimiz arasında bu görevi layıkıyla yapabilecek birçok isim var. Tabi Aziz Yıldırım Başkanımızın tekrar adaylığını koymasıda muhtemel  ve tekrar kazanması durumunda, daha güçlü ve özgüvenli şekilde devam edecektir diye düşünüyorum. Aday olmak istemezse de saygıyla karşılamak gerekir çünkü 3 Temmuz’dan beri yaşadıklarının ve çektiklerinin sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiği aşikar. Bu sebeple kararı her ne olursa olsun Kulübümüz tarihinde çok büyük bir yere sahiptir ve büyük bir teşekkürü sonuna kadar haketmektedir. Daha da önemlisi kendisinin tekrar aday olmaması durumunda, gelecek Başkanında onun verdiği savaşı vermesi gerekmektedir. Çünkü her mecrada her Yöneticimizin ve Başkanımızın söylediği gibi Fenerbahçe tertemizdir ve biz taraftarların buna inancı tamdır. Adaylarımızdan her kim ki bunun aksini iddia ediyorsa, hiç boşuna değerli vaktini harcamasın derim ben, çünkü Kongre Üyeleri asla bu düşüncedeki birine Fenerbahçe’yi teslim etmez. Hele ki bir de bu aday Kongre Üyelerinin veya Divan Kurulunun karşısına çıkmaya tenezzül etmeyip, basın önünde prim yapmaya çalışıyorsa o zaman hiç bir şansının olmadığı aşikardır diye düşünüyorum. 

Sonuç olarak, önümüzde Fenerbahçe’nin geleceğini ciddi şekilde ilgilendiren bir seçim var.    Aday olacak her Kongre Üyemizde birbirinden değerli. Sonucunda kim kazanır kim kaybeder bilmiyoruz, ama Kongre Üyelerinin en doğru kararı verceğine olan inancım da tam. Umarım sonunda Fenerbahçe’nin kazandığı bir kongre geçiririz ve hep beraber elimizden geldiğince Başkanımıza tek yürek yardımcı oluruz. Önce iftiralardan kendimizi kurtarır, atılan çamuru üstümüzden temizleriz, sonra da Büyük Fenerbahçe yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam ederiz. Unutmayalım ki iki kupaya sokmayarak veya iftira atarak koskoca bir camiayı küçültemezler, ama biz davamıza sahip çıkmazsak gerçekler ortaya çıktığında bizim sokağa çıkacak yüzümüz olmaz. Bu sebeple inandığımız Fenerbahçe’mize Başkanımızla birlikte sahip çıkalım, duruşumuzla Türkiye Cumhuriyet’inin gururu olmaya devam edelim. Kurtuluş Savaşındaki gibi, Milli davalardaki gibi, yani Fenerbahçe gibi...

23 Ağustos 2013 Cuma

KALBİMİZDE SELÇUK YULA VAR

Bu aralar hayat biz Fenerbahçe’lilere çok da adil davranmıyor, tıpkı 3 Temmuz’dan beri davranmayan bazı kurumlar gibi. Haksızlıklarla boğuşurken, bir de üstüne camiamızın değerli isimlerinin vefat haberlerini alınca, hayat gerçekten çekilmez bir hal alıyor. Hüngür hüngür ağladımız Lefter’imizin vefatının ardından yazdıklarımı, şimdi de ne yazık ki bir başka efsanemiz için yazıyorum. Lefter’i izlemek nasip olmamıştı, ama dedemden, rüyalarımda O’nunla aynı sahaya çıkacak kadar çok dinlemiştim kendisini ve daha da önemlisi insanlığını ve Fenerbahçe’liliğini. Allah gani gani rahmet eylesin, gerçekten hala yokluğununu fazlasıyla hissediyor camiamız. Ve Selçuk Yula. O da benim çıplak gözle defalarca stadyumda izlediğim, gördüğüm efsanem. Kötü dakikalarda takımın kurtarıcısı, penaltıcıların, golcülerin kralı, daha da önemlisi kötü günde bile Fenerbahçe’sinin arkasında dimdik durabilen nadir insanlardan biri. Ne yazık ki O’nu da kaybettik. 

Selçuk Yula’yı ilk kez stadyumda, Fenerbahçe forması ile izlediğimde 7 veya 8 yaşındaydım. Zaten sadece iki kere nasip oldu kendisini formamızla canlı canlı izlemek. Bir kaç kere de Sarıyer ve Milli formayla Ankara’da izledim büyük futbolcuyu. Tahmin edileceği üzerede neredeyse daha dünmüş gibi hatırladığım gollerini de televizyondan izledim büyük golcünün. Bir de radyodan dinlerdik tabi Fenerbahçe maçlarını. Ve Selçuk Yula’ya top geldiğinde hep spikerin sesi daha heyecanlı ve yüksek çıkardı. Hatta bir defasında, hafta içi oynanan bir kupa maçını derste gizli gizli radyoyla dinlerken Selçuk’un golüyle ayağa fırlamam sonucu ceza aldığımı bile hatırlıyorum. Hem radyomu kaptırmıştım öğretmene, hem de sınıftan atılmıştım. Bir de üstüne, öğretmene, “sınıftan atıyorsunuz bari radyomuda verin, maçı dinleyeyim” deyince sınıfta ki kahkayı ve öğretmenimin peşimden koşuşunu hiç unutmuyorum. Mahalle maçlarında da hep ismi geçerdi Selçuk Yula’nın. Özellikle penaltı atışlarında Fenerbahçe’li olmayanlar bile Selçuk gibi vuracağım derdi. Dedemle maç muhabbetlerinde, hep o anlatırdı ben dinlerdim, ama arada bende Lefter’e karşılık birşeyler anlatmak istediğimde Selçuk’un golleriyle başlardım cümleme. O da onaylayan ifadelerle dinlerdi beni. İşte o zamanda kendimi futbol uleması zannederdim. Ama Sarıyer’e transfer olduğunda kendisine bozulmadım da değil. Ta ki ilk Fenerbahçe Sarıyer maçında bize gol atana kadar. O golü attıktan sonraki üzüntüsünü görünce kendisine olan kızgınlığım birden tekrar hayranlığa dönüşmüştü. Ve tahminimce ilk o gün anlamıştım profesyonellikle, Fenerbahçe sevgisi arasında ki ince çizgiyi. Ve benim hiçbir zaman profesyonel bir futbolcu olamayacağımı. Gerçi bence Selçuk Yula’da iyi bir profesyonel olamamıştı hiçbir zaman. Sarıyer’den sonra Fenerbahçe’nin ezeli rakibine gitmek zorunda kalmış ancak, futbol hayatı pahasına o kulüpte yapamayacağını açıkça söyleyip ayrılmıştı o kulüpten. Bence bu da en büyük ispatıydı Fenerbahçe’liliğinin profesyonelliğinin çok önünde oluşunun. Ve sonra Fenerbahçe’ye hizmet etmeye devam etti Selçuk Yula, yazılarıyla ve televizyoncu kimliğiyle.

Ben de futbolculuk sonrası spor yorumculuğu ile daha da iyi tanıdım büyük Fenerbahçe’liyi. Doğruları hiç yılmadan, eğilmeden, bükülmeden delikanlıca her ortamda söylemekten çekinmedi Selçuk Yula. Bazen işine mal oldu, bazen hakaretlere maruz kaldı bu sebepten, ama hep doğrudan yana oldu. Hele ki 3 Temmuz sürecinde, televizyonlar cesaret edemedi onun açığa çıkardığı gerçekleri yayınlamaya. Bir kaç Fenerbahçe’li cesur yürekten biriydi. Kendisi gibi Fenerbahçe taraftarının sevgisini kazanan ne kaptanlar, ne delikanlı geçinenler  “u” dönüşü yaptı bu süreçte, ama Selçuk Yula yapmadı. Her ortamda Fenerbahçe’sinin haklılığını, kendi sonunu düşünmeden savundu. Belki de sağlını en çok bu dönemde ihmal etti. Fenerbahçe’nin uğradığı haksızlıklara üzüntüsü belki de güçsüz düşürdü ve tetikledi kalp rahatsızlığını. Sebebi her neyse, çok erken kopardı bizlerden büyük Fenerbahçe’liyi. Daha bizlere futbol konusunda öğreteceği çok teknik konu vardı. Hiç kimsenin maç sonu yorumu O’nunkiler gibi olmuyor bizler için. Yazdığı yazıları okurken ki heyecanımın sebebi O’nun o yazıları içten yazdığını bilmemdi. Kaç kişi kaldı ki O’nun gibi yürekten yazan, konuşan ve Fenerbahçe’yi karşılıksızca seven, Türk medyasında? Bence bir elin parmaklarını geçmez bu sayı. Ve en önemlisi bu profesyonel dünyada çok fazla da görmeyiz Selçuk Yula gibisini. Bu sebeple tüm Fenerbahçe’lilerden ricam şu ki gönülden Fenerbahçe’li olan oyuncularımıza, yazarlarımıza, eski ve yeni yöneticilerimize herzamankinden daha fazla sahip çıkalım. Çıkalım ki Lefter’ler, Serkan Acar’lar, Selçuk Yula’lar daha fazla yetişsin camiamızda. Bu sayede hiç sırtımız yere gelmesin. 

Selçuk Abi! Belki aramızdan bedenen ayrıldın, ama biliyorum ki ruhen hala aramızdasın ve Fenerbahçe’yi korumaya, kollamaya devam ediyorsun. Hani Salzburg maçında dediler ya Fenerbahçe’yi melekler korudu diye, eğer doğruysa o melek sendin, Lefter Babaydı ve oradaki tüm Fenerbahçe’lilerdi. Daha bu sene Kadıköy’e maça gidemedim, ama ilk gittiğimde maç öncesi Kalamış’ta biliyorum ki gözlerim seni arayacak. Seninle birkaç kere ettiğimiz sohbetler gelecek aklıma, senin mütevaziliğini hatırlayacağım. Belki o an sen orada olmayacaksın, ama tezahuratta senin adın geçtiği anda gözlerimden yaşlar akacak ve hıçkıra hıçkıra söyleyeceğim “Kalemizde Ivancevic Var, Geri Dörtlü Çelikten Duvar, Orta Saha Hepsi Canavar, İleride SELÇUK YULA Var” tezahuratını. Mekanın Cennet olsun büyük golcü büyük insan. Belki Fenerbahçe için artık tezahuratta ki gibi her cephede “ileride” olamayacaksın ama  artık o son cümleyi şöyle söyleyeceğiz “KALBİMİZDE SELÇUK YULA VAR”. 

21 Temmuz 2013 Pazar

KAHRAMAN FENERBAHÇE’Lİ...


3 Temmuz 2011’de bir iftira atıldı üzerimize. İnsanlar özgürlüğünden yoksun edildi, canlar yandı, taraftarlar üzüldü ve koskoca bir camia mağdur oldu. Sonra Fenerbahçe’li olduğunu iddia eden birileri çıkıp dedi ki,” Bu işin sonu kötü. İftirayı ve mağlubiyeti kabullenmek ve verilecek cezaya razı olmak en doğrusu. Verelim Başkanımızı, kupamızı, onurumuzu ve yolumuza devam edelim. Belki üzerimizde çamuru kalır ama bu sayede az ceza alırız.” Evet aynen teklif edilen buydu Fenerbahçe’ye, suçunu kabul et, ver istenilen isimleri ve yoluna devam et. Bunu derken hiç akıllarına gelmedi kahraman Fenerbahçe taraftarı. Sandılar ki diğerleri gibi başarıya tapıyor Fenerbahçe’li. Ama bekledikleri olmadı. Fenerbahçe’li iftirayı kabullenmedi, vermedi Başkanını, yöneticisini. Ve en önemlisi sporcusunun alın terine sahip çıktı. Belki bu yüzden daha fazla acı çekecek, üzülecek Fenerbahçe’li. Belki de verilecek ceza, teklif edilenden daha fazla olacak sonunda. Yani bir ihtimal, savaşını kaybetti diyecekler Fenerbahçe için, bu savaşı sadece iki üç kupaya katılmak sananlar. Ama gerçekler ortaya çıktığında asıl kim kazanmış herkes anlayacak. Onurunu, gururunu, iki üç kupaya satmadan dimdik ayakta duranları yazacak tarih sonunda ve kahramanların tümü sarı lacivert olacak. 
3 Temmuz’dan beri gerçekten başına gelmedik kalmadı Fenerbahçe’nin. Ama böyle bir direnişi ve duruşu hiçbir taraftar grubu göstermedi dünyada. İftiralar üstüste atılırken, gazetelerde boy boy para çantaları, sporcuların o paraları sayma görüntüleri adı altında palavralar dolanırken, her maça tek tek yaşayarak şahit olmuş Fenerbahçe’li alet olmadı hiçbir yalana. Tutuklanma, gaz yeme, dayak yeme pahasına hastane önlerinde, adliyede, caddelerde, meydanlarda inandığını herzaman haykırdı Fenerbahçe’li. Bu gücü idrak edemeyenler elbette yanıldıklarını anladı belli bir zaman sonra, hatta ufak ufak ima da ettiler demeçlerinde. Ancak erkekliğe leke sürdürmemek adına daha da gaddarlaşıp, çirkinleştiler ve yurtdışında lobilerini kullanma yoluna gittiler. Fenerbahçe’nin önünü cezalarla kesmeye çalıştılar. Önümüzdeki günler gösterecek başarabilip başaramadıkarını belki, ama onlar bir iki sene ceza ile Fenerbahçe’yi lekeleyebileceklerine inanıyorsa ciddi derecede yanılıyorlar. Çünkü eski hocamız ve ebedi efsanemiz Aykut Kocaman’ın dediği gibi gerçeklerin sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Ve o günler geldiğinde Fenerbahçe tarihinde, bu büyük duruşta yerini almış olacaktır.

Yani, bugün kulübüne sahip çıkan Fenerbahçe’linin yarın torunlarına ve çocuklarına anlatacak bir hikayesi olacak ve o hikayede ki kahramanında kendisi olduğunu bilecek Fenerbahçe’li. Belki bunu dile getirmeyecek hikayesini anlatırken, ama o günlerde ki onurlu duruşuyla, için için gurur duyacak herzaman. Tıpkı adliye önlerinde sabahlayan o delikanlı, hastane kapılarında Başkanından iyi bir haber bekleyen o genç kız veya Bağdat caddesinde babasının omzundaki o küçük çocuk gibi. Yani tıpkı senin, benim, bizim gibi. O günler geldiğinde elinde çiçekle Lefter’in mezarının başına gittiğinde, başı dik, sözünü tutmanın verdiği gururla duasını edecek efsanesine. Anitkabir’de Atasını ziyaret ederken camiasının O’nun izinde olduğunu rahatça haykırabilecek dosta düşmana. Çünkü atılan iftiradan aklanırken, değerlerini korumuş olmanın gücünüde hissedecek Fenerbahçe’li. Çünkü emeğe saygısızlık edenleri yenmiş olacak ve zeki, çevik aynı zamanda ahlaklı olanın galip geldiği bir savaşın kahramanı olacak. Her ana, baba çocuğunun kahramanıdır ya hani, Fenerbahçe’li ana baba Fenerbahçe’sinin de gerçekten kahramanı olacak işte. Tabi bertaraf olanlarda olmayacak değil bu süreçte, ama onlarda bir iki başarı vaadedilip kulübünü yalnız bırakanlar değilmi zaten. Onlarda eksik olsun! 

Ancak şu an, ne yazık ki, daha önümüzde çok yol var bahsettiğimiz gururu yaşayabilmemiz için. Ve mücadelemizi hala sürdürmemiz gerekiyor. Tıpkı 3 Temmuz’dan bu yana ki duruşumuz gibi dimdik durmamız, o zamakinden daha da birlik içinde olamamız gerekiyor. Hatta gelebilecek cezalara, önümüze çıkabilecek engellere karşı da inancımızı yitirmeden, başımızı öne eğmeden göğüs germemiz, bizim zaferle sonuçlanacak mücadelemizde en büyük silahımız olacak. Sözün özü tek vücut, tek ses olmalıyız ki, evladımıza mirasımız olan Fenerbahçe’miz sonsuza kadar kurulduğu günkü amacından şaşmadan yaşayabilsin. Ve bizler evlatlarımıza, Cumhuriyetimizin en güçlü kalesini gönül rahatlığıyla teslim edebilelim. Unutmayalım ki Fenerbahçe bu dünyada ben temizim diyen her kulüpten daha temizdir ve bu er ya da geç tüm dünya tarafından anlaşılacaktır. Bu sebeple gelin hepberaber safları sıklaştırıp, Fenerbahçe’mizin haklılığını tek yürek olarak savunalım. Savunalım ki herkes görsün Fenerbahçe taraftarının kahramanlığını ve duruşuyla hakkı olan mücadeleyi nasıl kazandığını. 

24 Mayıs 2013 Cuma

Kerem'in İlk Kadıköy Hikayesi...

En büyük hayallerimden biriydi oğlumla beraber Fener'in maçına gitmek. Bu bana 2010-2011 sezonunda nasip oldu ilk defa. Büyük oğlum Eren henüz 3 yaşındaydı o yıl ve ilk kez Kadıköy'ü bir Altay kupa maçında gördü. Daha o yaşında maçı ilgiyle izlemesi beni hem çok şaşırtmış hem de çok mutlu etmişti.Çünkü bu ilgi birlikte gideceğimiz maçların da habercisiydi benim için. Ve şimdi en az Eren'in ilk maçı kadar beni heyecanlandıran ikinci hayalime sıra gelmişti. Küçük oğlum Kerem'in ilk kez Kadıköy'le ve Fenerbahçe'siyle tanışacağı güne. Gerçi Kerem, abisinin evde söylediği marşlardan dolayi biraz daha fazla hakimdi olaya. En azından çok fazla telaffuz edemesede, bir çok futbolcumuzu tanıyor, televizyona çıktığında başlıyordu isimlerini saymaya. Ama o müthiş atmosferi yaşamadan asla anlamayacaktı Fenerbahçe sevgisini. Ve sonunda o gün gelmişti. Kerem artık hazırdı maça gitmeye.

Havaların ısınmasıyla ve Kerem'in 3 yaşını doldurmasıyla beraber, ilk maç organizasyonunu yaptım. Kerem'in de ilk maçı abisinin ki gibi stressiz bir maç olsun istedim ve Akhisar maçına götürmeyi planladım. Bunun sebebi Kerem'in mümkün olduğu kadar bayram havasında maçı izlemesini istememdi. Ve maçtan birgün önce İstanbul'a yola çıktık. İçim içime sığmıyordu.  Yolculuğumuz herzaman ki gibi çok gürültülü ve bol Fenerbahçe marşlı geçmişti. İstanbul'a vardığımızda hepimiz çok yorulmuştuk. Ertesi sabah uyandığımızda içim daha da kıpır kıpırdı, önce Ankara'lı, İstanbul'a yerleşmiş olan arkadaşlarımızla buluştuk ve günlerden pazar olmasını da değerlendirerek brunch yaptık. Hava çok güzeldi, ancak vakit bana bir türlü geçmek bilmiyordu. Maçtan 2 saat kadar önce arkadaşlarımızla vedalaşıp, kaldığımız halamın evine gittik. Formalarımızı bir 10-15 dakika içinde giyip kendimizi hemen Bağdat Caddesine attık ve stada doğru yürümeye başladık. Cadde her zaman ki gibiydi, her yer sarı lacivert guzel insanlarla doluydu. Yolda yürürken fotoğraflar çekiyorduk ve daha sonra bu resimlerden birine baktığımda göz yaşlarımı tutamadım. Bana "Bir Sabah Babam Tuttu Elimden, Götürdü En Sevdiğim Renklere" tezahuratını hatırlatmıştı. Beni de ilk büyükbabam götürmüştü bir futbol maçına, ancak Fenerbahçe maçı değil Milli Takım maçıydı o maç. Aklıma o günde gelmiyor değildi. Her neyse, uzun bir yürüyüş sonrası stada vardık. Ve stada girdik.

Stadın içine adım attığımızda, artık oraların kurdu olan Eren hemen yerimize doğru koşmaya başladı. Kerem ise hayretler içinde tribünlere bakıyor, ağzını kapatmakta zorlanıyordu. Sonra bana baktı ve heyecenla birşeyler anlatmaya çalıştı. Dili çok dönmesede sahada ısınan Webo'yu parmağıyla işaret ederek "Çikolata Sow" demeye çalışıyordu. Webo'yu Sow sanmıştı. Bu yanılgı onun için normaldi, çünkü forma numaraları olmasa sırtlarında herkes bu hataya düşebilirdi.  O kişinin Webo olduğunu anlatmaya çalışsamda, Kerem  inatla hayır dedi ve Sow olduğunu iddia etti. Bende sonunda pes ettim ve peki dedim. Yerimize oturduk. Kuzenim Emre, eşim Hande, ben ve çocuklar, birlikte izleyecektik maçı. Kombine komşularımızla selamlaştıktan sonra yerlerimize oturduk. Maç başladı her zaman ki gibi kuzenim yine geç kalmıştı maça ve maçın 2. dakikasında stada gelmişti. Çocuklar ilgiyle izliyordu maçı. Özellikle Kerem büyülenmiş gibi bakıyordu sahaya. Arada tribünler şova başlayınca gozlerini faltaşı gibi açıp onlara hayretlerle bakıp "baba bu ne?" diye soruyordu. Sonra hepimiz maça konsantre olduk. Hatta Sow'un direğe çarpıp kale çizgisini geçen, ancak hakemin golü vermediği pozisyonda, öyle bir kendimizden geçmişiz ki, bir iki dakika Kerem'i kaybettik. Eşim bana Kerem nerde diye sorduğunda ben kuzenim Emre'nin kucağında olduğunu söyledim, ancak bir baktık orda yoktu. Emre'ye sordum o da bilmiyorum diye cevap verdi. Bir anlık paniğin ardından Kerem yanımızda oturan kombine komşumuz bayanın kucağında çıktı. Daha sonra bayanın ifadesiyle öğrendik ki hakeme serzenişte bulunurken kuzenim tutarmısın diye kendisine vermiş çocuğu. Ama Kerem o dakikalarda halinden oldukça mutlu birşekilde oturuyordu bayanın kucağında. 

Sonra ilk gol geldi. Eren'le ve Kerem'le evde maç izlerken yaptığımız bir uğurumuz var. Her golden sonra her ikisine de havaya fırlatırım, onlarda havadayken golü atan futbolcnun adını bağrırlar. Önce Kerem sonrasında da Eren kucağıma atladılar ve statta da aynı gol sevincimizi yaşadık. Kerem çok keyiflenmişti. Maça olan, ama gol gelmedikçe azalan ilgisi golle beraber tekrar yerine gelmişti. İkinci golle beraber ise hepimiz rahat bir nefes almanın etkisiyle tezahuratlara başlamıştık. Bu arada telefonum ısrarla çalıyor ve  mesajlar geliyordu. Ancak maç izlerken telefona bakmadığım için sebebini sonradan öğrendim ısrarlı aramaların ve mesajların. Kerem ilk maçında televizyona çıkmış meğerse. Gol sevinci yaşarken kameralar Kerem'i çekmişler. Akşam eve gittiğimizde ilk işimiz o görüntüleri bulmak oldu. Maç Fenerbahçe'nin iki golüyle sona erdi. 
Maç çıkışında taksi bulmanın imkansızlığından dolayı bir müddet yürüdük, hava hala çok güzeldi. Ancak Eren'de Kerem'de çok yorulmuşlar, uykuları gelmişti. Yol üstünde çok güzel bir hamburgerci de yemeğimizi yedikten sonra, taksi bulduk ve halamın evine doğru yola çıktık. Her ikiside üstlerinde formaları, ellerinde sıkı sıkı tuttukları küçük bayraklarıyla annelerinin kucağında uyuyakaldılar. Eve gelip onları yatağa koyduktan sonra, oturdum ve maçın tekrarını izledim.Yatmaya giderkende Allah'ıma şükrettim, bana bu güzel günü yaşattığı ve iki tane sağlıklı evlat verdiği için. Ve bir de rahmetli büyükbabama teşekkür ettim, benim bu gurur duyduğum takımın taraftarı olmama sebep oldu diye. Onun bana bu mirası, benim çocuklarıma mirasım olacak. Ve Fenerbahçe asla yalnız kalmayacak!


21 Mayıs 2013 Salı

SÖZDE SEVGİ KELEBEKLERİ...


Benim tevellüdüm yetmez eskilerin anlattığı, Fenerbahçe’li taraftarla  Galatasaray’lı taraftarın kol kola maça gittiği, tribünlerde beraber oturduğu dönemleri hatırlamaya. Ve biliyorum ki ömrümde yetmeyecek bu anlatılanları görmeye. Gerçi görmeme de gerek yok böyle bir tabloyu. Benim için insanlar öldürülmesin, iftiralar atılmasın, bir kupa uğruna vatandaşlar dolandırılmasın yeter. Bunların önüne geçmekte aslında çok zor değil, ancak televizyonlar karşısında yalandan sevgi kelebeğine dönüşenlerin de onları pohpohlayanların da biraz çaba sarfetmesi ve kanunların herkese eşit uygulanması gerekiyor. 

3 Temmuz sürecinde yaşananlar sonrasında birçok yeni kanuna ve düzenlemeye imza atıldı. Bunun sebebi de sporda şiddeti, düşmanlığı ve usulsüzlüğü önlemekti. Ancak nedendir bilinmez, bir iki gariban dışında ve Fenerbahçe Spor Kulübü dışında kimse bu yeni düzenlemelerden nasibini almadı. Almadığı gibi müsabakalar çıkışında, stadlarda birçok yaralama olayı yaşandı. Ve sonunda korkulan oldu ve gencecik bir çocuk sırf forma rengi farklılığından dolayı hayatını yitirdi. Hangi konu bir insan hayatından önemli olabilir ki diye düşünürken, malum kesim bir iki dostluk mesajı verdikten sonra misyonlarına kaldığı yerden devam etmeye başladı tekrardan. Muzlarla, çileklerle yepyeni gündem oluşturarak bir mağlubiyeti örtme, rakibini, ülkesini feda etmek uğruna, küçük düşürme çabasıyla nifak tohumları sermeye devam etti. 

İlk önce muzdan girdiler konuya.  Bu ülkede olmayan ırkçılık kavramını bir muzla literatüre sokanların tek amacı Fenerbahçe Spor Kulübü’nü dünyaya kötü göstermekti. Ama bunu yaparken Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar verdiklerini farketmediler bile. Hele ki aynı muz 2007 yılında kendi stadlarında da Fenerbahçe’li futbolculara atılmışken. Ama onun anlamıda ırkçılık değildi. Bu yüzden kimse art niyetle bunu dillendirmedi. Talihsiz cinayette aynı gün olmuştu, ama nedense muz konusunun ömrü basınımızda daha uzun oldu. Sağ duyulu insanlarımız vardı Allah’tan her iki camianın da taraftarı olan ve bu sebeple muz konusu amacına ulaşamadı. Bu konuyu kaşımayla görevlendirilen dünyaca tanınmış sporcu denilen kişide mecburen u dönüşü yapmak durumunda kaldı.

Cinayet sonrasında yaşananlar ise trajikomikti ne yazık ki. Rahmetli Burak Yıldırım kardeşimizin ölümü sonrası malum camiadan birbirinden duyarlı mesajlar geldi. Ve yardakçıları da ayakta alkışladı bu sevgi dolu açıklamaları. Açıkça söylemek gerekirse, doğrusu da buydu. Cinayeti lanetlemek, yapanların cezasının takipçisi olmak ve bir daha tekrarlanmamasını dilemek gerçektende yapılması gereken bir açıklamaydı. Peki bunun hemen ertesi maçında bu söylemlerin aksine davranmak ve 6222 no’lu yasaya muhalif davranmakta neyin nesiydi? Nerdeydi bir hafta önceki sevgi dolu sözleri söyleyen insanlar? Cinayetten tam da bir hafta sonra açılan o talihsiz pankart, üzerine sahaya çıkarılan ufacık çocukların üzerinde bir tane Fenerbahçe forması olmaması bunlarmı dostluk kardeşlik barışı getirecekti? Tam da Ankara’da oynanacak ve son yıllardaki en büyük düşmanlığı yaşayan iki taraftarın aynı sayıda karşı karşıya geleceği maç öncesinde bunlardan birini aleniyen desteklemek neye hizmet etmekti? Sorunları çözmeyemi, ortamı savaş alanına çevirmeye mi? Artık bundan sonra ki cinayetleri, kavgaları, sokak savaşlarını keyifle izlersiniz sevgili sevgi kelebekleri. Çünkü şiddet sadece güzel temennide bulunarak bitirilemez. Söylediklerinin arkasında durmayı ve ona göre davranmayı da gerektirir. Ama ne yazık ki sizlerin ne niyeti var şiddeti bitirmeye ne de “fair play” ruhu ile rekabet etmeye. 

Yazımın başında benim tevellüdüm yetmiyor, kolkola maça gittiğimiz zamanları hatırlamaya demiştim ve eklemiştim ya ömrümde bundan sonra görmeye yetmez diye. Açıkçası bu mentalitede olan insanlarla değil kolkola maç izlemek aynı statta aynı rekabeti izlemekten bile nefret ediyorum. Hele ki onları ismi “Şeref “ olan tribünde görmekten gerçekten utanç duyuyorum. Şereflendirilen insanlar bunlarsa diğerlerinin ruh halini düşünmek dahi istemiyorum. Bu kişilere tavsiyem, önce özleriyle sözleri bir olacak sonra dostluktan bahsedecekler. Ben bu ve bunun gibi insanları önce Türkiye Cumhuriyet’i adaletine havale etmek istiyorum. Adalet bu işi çözermi, gerçekleri ortaya çıkarırmı sonunda bilmiyorum ama İlahi adalet en sonunda herkesin gerçek yüzünü ortaya çıkaracaktır diye düşünüyorum. Bunun için dua ediyorum. 

21 Mart 2013 Perşembe

SUPERMAN OLMAK LAZIM...


Gün geçmiyor ki yeni bir ceza gelmesin Fenerbahçe’mize. Sahada, masa başında, Avrupa’da, Türkiye’de hiç farketmiyor. Nedendir bilinmez cezanın en babası, kimseye kesilmemiş olanı, hatta kanun kural dinlemeyeni hep Fenerbahçe’ye kesiliyor. Stadın dışından atılan meşalelerden bir tanesi sahaya düşüyor, Fenerbahçe’li sorumlular Superman olup uçup tutamadı o meşaleyi diye sahamız kapanıyor. Rakip takım oyuncusu hakeme “Lan” diyor, ordan geçen Caner’e 3 maç ceza geliyor, kaldı ki rakip oyuncu suçunu itiraf etsede, rakiplerin cezalarını ertelemekle bizzat görevli olan Tahkim Kurulu, bu durumu görmezden gelebiliyor. Verilmeyen bariz goller, saçma ofsaytlar ve kulüp yöneticilerimizin bu duruma haklı serzenişine verilen cezalarda işin cabası. Ama herseye rağmen Fenerbahçe yoluna emin adımlarla devam ediyor, hem de yarıştığı her kulvarda.

Aslında saha içinde ki hakem katliamlarına pekte yabancı değiliz. Bu yüzden her sene onlarca puan kaybımız olur, hatta son maçta şampiyonluk kaçırmışlığımız bile vardır. Ancak günümüz teknolojisiyle işin nasıl çığırından çıktığınıda görmemek elde değil. Bu zamana kadar, topa vurulan bir darbenin, futbolcuya azıcık temasıyla, belki sadece faul olan bir pozisyonda oyuncularımızın kırmızı kartla oyundan atıldığını çok gördük. Hakem hatası deyip geçiştirdiler. Ama hakemlerin aleniyen yanlış rapor yazdığı ve olmayanı olmuş gibi gösterdiğine bu sene ilk defa tanık oluyoruz. Aynı şey bazı rakipler içinde geçerli. Önceden Fenerbahçe’ye karşı kaybedince masumane(!) bir şekilde dış faktörlere sığınan rakip yöneticiler, teknik ekipler ve futbolcularda çığrından çıkmış vaziyetteler. Koridorlarda, sahalarda küfürler edildi iftiralarıyla kamuoyunu günlerce oyalayıp, Fenerbahçe’ye ceza yedirme derdine düşmüş durumdalar. Allah’tan polis kameraları, ağız okunabilen teknolojik aletler varda, her yalan birbir ortaya çıkıyor. Tabi bu yalanları arada sırada bazı ceza kurulları da görebilse fena olmayacak. Ama onlar 3 maymun misali, gerçekleri görmüyorlar, duymuyorlar ve söylemiyorlar. Böylelikle vermeleri istenen cezaları sorgusuz sualsiz uygulayabiliyorlar. Bu da Türk sporunda bu senenin trendini otomatikman gözler önüne seriyor. “İFTİRA” 

Bir de işin Avrupa kısmı var. Nedendir bilinmez UEFA’nın ve bazı kurumlarının da bir husumeti var Fenerbahçe’ye. Hemen hemen bütün Avrupa maçlarında meşale yakıldığını görebiliyoruz. Bu gibi durumlarda UEFA, buna sebep olanlara para cezası veriyor, ancak konu Fenerbahçe olunca, nedense cezalar katlanarak veriliyor. Mesela bir deplasman maçı sonrası, yine bir meşale yakma olayından Fenerbahçe’ye saha kapatma cezası gelmesi, üstüne seyircisiz maçta anayoldan, işaret fişeği atılması üzerine, ki kulübün anayolu kapatma gibi bir yaptırımı olamaz, bir kez daha aynı ceza verilmesi, hatta tekrarı halinde kupalardan men edilme kararı verilmesi gerçekten pek adil gözükmüyor. Sebebi 3 Temmuz sonrasında oynanan oyunların bozulması ve UEFA içinden bazılarının da böylelikle ifşa olması mı, yoksa bu ceza veren, cezayı onayan ve denetleyen kurumların içindeki kişilerin Türkiye’deki rakiplerimizin eski ve kadim dostlarınında olmasımı bilinmez, ama UEFA’ya bile alınmaz denen bir kulübün UEFA’yı alması gerçekten birilerini çok ürkütüyor diye düşünüyorum. Ayrıca bu sebepten dolayı bizi daha da zorlu saha dışı komplolarının beklediğini, yanılmayı isteyerek, öngördüğümü belirtmek istiyorum. 

 Sözün özü. Fenerbahçe Avrupa kupasında son 8’de, ligde şampiyonluk yolunda sonuna kadar gidecek gibi gözüküyor ve Türkiye kupasında devam eden tek büyük kulüp. Yani bu zamana kadar ki bütün engellemeler vız gelmiş tırs gitmiş sporcularımıza, teknik ekibimize ve yöneticilerimize. Bundan sonrası için işimiz daha da zor olacak. Şampiyonluklar veya finaller için insanüstü bir çaba sarfetmek farz oldu. Yani Fenerbahçe ve Fenerbahçe’li bir nevi SUPERMAN olmak zorunda.Gerçi  daha önce çok defa olduk ve yine olabiliriz. Buna olan inancım tam. Yolun her daim açık olsun FENERBAHÇE’M

24 Şubat 2013 Pazar

SABRIN SONU SELAMET (2)


Son şampiyon olduğumuz 2010-2011 sezonuydu. Avrupa’dan elenmiş, Türkiye kupasında gruptan çıkma ihtimalini yitirmiş ve ligde liderden 9 ikinciden 4 puan geride devre arası kampına girmişti Fenerbahçe. Yine hoca Aykut Kocaman’dı. Henüz sezon başında, yeniden oluşturduğu bir takım vardı ortada. Tek tek bakıldığında oyuncuların hepsi muhteşem, ancak bir araya geldiğinde üzerlerinde adeta ölü toprağı var gibiydi. Her ne olduysa devre arası kampında oldu ve ikinci yarıya adeta bambaşka bir Fenerbahçe başladı. Mütevazilik etmeden söyleyeceğim. O ışığı gördüğüm an, bütün eleştirilere rağmen “Sabrın Sonu Selamet” başlıklı bir yazı yazmıştım ve takımın başarılı olacağını iddia etmiştim. Ve 17’de 16 galibiyetle takım beni haklı çıkartmıştı. Şimdi bir iddiada daha bulunarak yine “Sabrın Sonu Selamet” diyorum ve bu takımın bizleri yine sezon sonunda mutlu edeceğini iddia ediyorum. Hatta biraz daha ileri giderek, belki de bugüne kadar yaşamadığımız başarıları bu sezon yaşayacağımız öngörüsünde bulunuyorum.

2010-2011 sezonunun ilk yarısında Fenerbahçe’nin ligdeki durumu gerçekten kötü gözüküyordu. Şimdiki durumla kıyaslayınca, tek kulvarda yoluna devam eden, onda da, ilk yarı ki oyununa bakarak, umut vermeyen bir Fenerbahçe vardı. Ama birlik ve beraberlik, sonunda mutluluğu ve başarıyı getirdi. Oyuncuların özverisi, taraftarın desteği, teknik ekibin akıllı stratejisiyle birleşince başarı rekorlar kırarak geldi. Ve aklı selim herkesin ayakta alkışladığı bir şampiyonluk yılı olarak tarihe yazıldı. Bu sezonda, ligde o sezona benzer bir tablo var ortada. Aslında ligdeki puan farkı, o sezondan daha az, artı o sezonun aksine Fenerbahçe Avrupa’da ve Türkiye kupasında da yoluna başarılı sonuçlarla devam ediyor. Ancak ilk yarıda ki, zaman zaman durgun futbol, nedense malum kesim tarafından, bu başarılı tablonun önüne geçiriliyor ve taraftarla yönetimin arasını açma çabasında silah olarak kullanılyor. Yine de Fenerbahçe’li oyunculardan yönetime, teknik ekipten sağ duyulu taraftara kadar herkes bu oyunun farkına varmaya başladı ve gerekli önlemlerin alınması konusunda hemfikirler. 

İşin futbol kısmına dönersek. Ligin ilk yarısında ki eksiklikler, devre arasında yeni transferlerle büyük ölçüde giderildi. Tanıdık oyuncularla kadronun  güçlendirilmesi, transferlerin takıma uyum süreci yaşamadan katkı vermesini sağladı. Hatta bu katkı ilk iki maçta istatistiklere 2 asist 2 gol olarakta yansıdı. Daha da önemlisi transferlerin yapılmasılyla kadro derinliği ciddi şekilde sağlandı ve sezon başından beri alternatifsiz olupta bütün maçlarda oynayan futbolcular dinlenme fırsatı yakaladı. Bu da Avrupa'da son 16'ya kalan takımımızın, bundan sonra oynayacağı daha üst düzey maçlarda ve yer aldığı diğer iki kulvardaki başarısı içinde avantaj sağlayacaktır diye düşünüyorum. Ancak unutmamak gerekir ki, özellikle Türkiye'de ki mücadelemizde sadece saha içi etkenler olmayacaktır. Yanılmayı umarak yazdığım, hakem hataları(!), kırmızı kart skandalları ve saha kapatma cezaları da yolumuza çıkması muhtemel engeller olacaktır. Oyuncularımızın aşırı eforu dışında bunlarla mücadelenin başka bir yolu varmı bilmiyorum. Ancak hepsine rağmen bu sezonda her kulvardan alnımızın akıyla çıkacağımıza olan inancım tam.

 Son olarak belirtmek istiyorum ki, her sezon olduğu gibi yine olağanüstü  efor sarfetmemiz gereken bir döneme daha girdik. Bu yolda oyuncularımız, önce hocalarına sonra bizlere bir söz verdiler ve güçleri yettiğince mücadele edeceklerini söylediler. Bu şartlar altında bizim taraftarlar olarak yapmamız gereken tek şey, bu söze karşı onlara koşulsuzca destek vermek ve her fırsatta yanlarında olduğumuzu hissettirmektir. Sonuç belki bazı kulvarlarda hüsran olur, belki de inanılmaz başarılara imza atarız, bunu maçlar oynanmadan bilemeyiz. Ama Fenerbahçe’mize  destek olursak, biliyorum ki olmayacağı bile oldururuz, bütün engelleri aşar  sonunda mutlu sona ulaşırız. İlk yarı oyuncuların birbirine alışma süreciydi,  sabrettik, şimdi artık hep beraber başarıyı elde etme zamanı. Koşulsuz destekle  hedefe ulaşma zamanı. Biz Fenerbahçe taraftarı olarak yapacaklarımızı biliyoruz. Futbolcularımızda hazırsa  Şampiyonluk Şarkıları başlasın. Yolun açık olsun Fenerbahçe’m...

24 Ocak 2013 Perşembe

YAPTIK YİNE YAPARIZ...




Başarının ilk şartıdır takım olmak. Ya birlik olursun, başarırsın, ya da olamayıp dağılıp gidersin. Hele ki dış mihrakların haksız kuşatması altındaysan, bütün değerlerinle, varlıklarınla tek yürek değilsen, hayatta kalma ihtimalinde çok azdır. Futbolda da bu böyledir. Yönetim, futbolcular ve taraftar bir camianın olmazsa olmazlarıdır. Bir tanesi zaaf gösterirse, başarısızlık kaçınılmaz olur. Bir de dış mihrakların iftiraları varsa ortada, işler gerçekten çok zordur. Bu sebeple herkes işini layıkıyla yapmalı ve birbirinin arkasında her şartta durmalıdır.

Malum 3 Temmuz sonrası, toparlanma sürecine girsekte, onlar hala savaşın içindeler ve hukuk yoluyla mücadelelerini sürüdürüyorlar. Bitti gibi gözüksede daha bitmedi. Bir yanlış karar herşeyin tekrardan bulanmasına yol,açabilir. Bu sebeple zaman zaman hataları da olsa, doğru yolda ilerleyen yönetimimiz varını yoğunu ortaya koyarak, Fenerbahçe için en büyük fedakarlıkları göstermeye devam ediyor. Onlar gecesini gündüzüne katarken, bir de sportif mücadele için en iyisini yapmaya, bu arada da kulübün mali portresini FIFA kriterlerine uygun halde tutmaya çalışıyorlar. Bu sebeple takdir edilmeyi, alkışlanmayı sonuna kadar hakediyorlar.

Ve sahadaki futbolcularımız. 3 Temmuzda hakarete uğrayan, alın terleri yok sayılan, ama buna rağmen dimdik ayakta mücadeleyi elden bırakmayan, gencecik, gururlu ve hırslı futbolcularmız. Onlara karşı saha içi saldırılarıda hız kesmeden devam ediyor. Yalandan uydurulan tükürükler, vücutlarına atılan kasti tekmeler ve saçma sapan kartlar havada uçuşurken, onlar tertemiz şekilde mücadele etmeye çalışıyorlar sahada. Tabi saha dışı kişilikleriyle, kabiliyetleriyle ilgili saldırılarda cabası. Bu adi saldırılar karşısında, arkadan itelenen rakiplerinin tersine,  onlar hala katıldıkları bütün kupalarda yollarına devam ediyorlar. Bu da çok büyük başarı. Ve onlarda bu sebepten dolayı takdir edilmeyi ve alkışlanmayı sonuna kadar hakediyorlar diye düşünüyorum.

Taraftarlarımız. Bu kulübün gerçek sahipleri. 24 saatlerini Fenerbahçe ile yaşayan, aldığı üç kuruş maaşı veya harçlığı taraftar karta, maç biletine ve stada, meydanlara gitmek için otobüslere, taksilere harcayan vefakar taraftarlar. Kulübün olmazsa olmazları. Kötü günde isyanlarıyla takımı ayağa kaldıranlar. Bir bütün oldukları zaman neler yapabileceklerini bütün dünyanın bildiği ve dış mihrakların şu an bölmek için uğraştığı en büyük güç. İşte bu sene iş onlarda bitiyor. Kabul etmeli ki bende dahil, bu sene biraz durgunluk içindeyiz taraftar olarak. Tamam görevlerimizi sonuna kadar yapıyoruz, ama önceki gibi daha fazlasını yapmıyormuşuz gibi geliyor bana. Bizi bölmeye çalışıyorlar, bunu da en hassas olduğumuz, yumuşak karnımız sevgimiz üstünden yapmaya çalışıyorlar. Zaman zamanda başarılı oluyorlar belki. Ama özellikle şu an tek vücut olmamız gereken bir döneme girdik. Koşulsuz destek ve stadı rakip için cehenneme çevirmek eminim ki bizi başarıya ulaştıracaktır. Geriden geldiğimiz birçok maçı hatta sezonu bu sayede en önde bitirdik defalarca. Şimdide geride olduğumuz bir ligin ikinci yarısı var. Ve birlik beraberlikle daha önce yaptığımızı şimde de yapabiliriz. Bu sebeple aradan çatlak sesleri çıkarıp, sadece Fenerbahçe için mücadelemize devam etmeliyiz. Bütün kupaları Kadıköy’e getirecek güce sahip olduğumuzu herkese tekrar göstermeliyiz. 

Yönetim, futbolcular ve taraftar. Bir arada tek yürek olursa bu kulübün önünde kimse duramaz. Onlarda bunun farkında ve tek hedefleri bu beraberliği bozarak, kendi desteklediklerini şampiyon yapmak. Bu sebeple küslükler bitmeli, birbirinde farklı düşünen insanlar tek amaç olan Fenerbahçe için birlik olmalı ve camiasına saha içi  ve dışı yapılan saldırılara göğüs germelidir. Kupalar, başarılar ve hak edilen alın terinin karşılığı ancak bu şekilde gelecektir. Daha önce defalarca yaptık yine yaparız. Bir taraftar olarak Yönetimimize de küçük bir ricam olacak. Deplasman yasaklarının kaldırılması için lütfen daha fazla mücadele edin veya hepberaber edelim. Çünkü taraftarı ne kadar fazla takımının yanında olursa, o kadar fazla destek olma şansını yakalar. Bu da hedeflerimize ulaşmamız adına daha fazla katkı sağlar. Deplasman hakkımızın alınması ayrıca insan haklarına da aykırıdır, bunu da hatırlatmakta fayda var.