20 Şubat 2015 Cuma

BEYAZ SAYFAMIZ İSMAİL KARTAL…


Hayatta, radikal kararlar alıp yeni bir beyaz sayfa açmak her zaman çok zordur, hele ki eski kağıdın üstünde başarılar varsa. Ama bazen ne pahasına olursa olsun o yeni sayfayı açmak gereklidir maalesef. İşte bu sezon başında da Fenerbahçe Yönetimi, Futbol Takımında, böyle bir beyaz sayfa açma gerekliliğini gördü ve takımını açık ara şampiyon yapmış hocasını gönderme kararı aldı. Taraflar kırılmasın diye de nedenini basınla açık açık paylaşmama yolunu tercih etti. Bu da doğal olarak eleştirilerin artmasına sebep oldu çünkü gönderdiği hocanın karnesi çok iyiydi ve takımını şampiyon yaptığı gibi, göze hoş gelen bir futbol oynamasını da sağlamıştı. Ancak kararı alanlarında geçerli sebepleri vardı elbet. Daha sonra herkes yeni hocayı Kaf Dağında arar olmuştu. Dünyaca ünlü isimlerin adı ortaya atılıyordu, ancak Fenerbahçe Yönetiminin uygun gördüğü isim, herkesin beklentilerinden çok farklı oldu. Uzaklardan beklenen Hoca Fenerbahçe’nin kendi bünyesinden çıktı ve takımın başına getirildi. Bu da futbol bilgisi hafta sonu eğlencesinden öteye gitmeyen kişiler ve sansasyonla beslenen medya tarafından hayalkırıklığıyla karşılandı. Ancak yıllarını Fenerbahçe’ye vermiş, tribünlerde zaman geçirmiş kişiler bu seçimden hiçte mutsuz değildi. Çünkü İsmail Kartal’ı çok iyi tanıyor ve biliyorlardı.

İsmail Hoca, futbolculuk hayatıyla birlikte Fenerbahçe’nin içinde yeralmaya başlamış, günümüze kadar ki takımın hemen hemen bütün başarılarında payı olan bir kişidir. Futbolculukla başlayan serüveni, Teknik Direktörlük makamına gelene kadar hemen hemen her görevde çalışarak devam etmiştir. Sözün özü basamakları kulübün içinde bir bir çıkarak bu göreve gelmiştir. Diğer yere göğe sığdırılamayan piyasa hocalarından tek eksiği, kendisinin reklamını yapma gereği duymaması, sadece işine konsantre olmasıdır, ama fazlası ise daha çoktur. Mesela Fenerbahçe sevgisi, kulübün dinamiklerini hepsinden iyi bilmesi, insani ilişkilerinde ki başarısı ve teknik bilgileri bir çok benim diyen hocadan daha fazladır. Uyumlu bir insan olması da işin cabası. 

İsmail Kartal takımın başına geldiğinde kendisi de farkındaydı, ne tür eleştirilere göğüs germesi gerektiğinin, işler kötü gittiğinde üzerinde yaratılacak baskının ağırlının ve sürekli birileriyle kıyaslanacağının. Bunların hepsiyle de karşı karşıya kaldı zaman zaman. Ama hiç duruşundan ödün vermedi yinede. Kötü sonuçlar sonrasında takımının arkasında durdu, sorumluluğu üstlendi, iyi sonuçlarda ise o başarının mimarı olarak takımını gösterdi. Hiç bir oyuncusunu yarı yolda bırakmadı, hepsine sahip çıktı. Ve bir bir hepsini takıma fayda sağlar hale getirdi. Kaybolmak üzere dostluk bağlarını tekrar kuvvetlendirdi. Ve ilk günden itibaren, bilgi birikimiyle takımının saygısını da kazandı. Ve bu sayede beklenen başarıya sağlam adımlarla ilerlerken, göze hoş gelen ve istenen futbol kalitesini de yakaladı İsmail Kartal önderliğinde futbol takımımız. 


Sözün özü, büyük bir karar alıp uygulamaya koyan Yönetimimizin, bir kez daha ne kadar doğru bir adım attığını takımın yükselen grafiğiyle birlikte herkes yavaş yavaş görmeye başladı. İsmail Kartal Hocamızın bu takıma verebileceklerini gördükçe de açıkçası heyecanlanmıyor değilim. Bir sezonun ilk yarısı bitmeden takımı istenilen düzeye getirebilmesi, hemde dışardan gelen ağır baskıya rağmen çok büyük bir başarı. Bu sebeple Hocamızın ve Takımımızın yıpranmaması adına biz taraftarların da şampiyonluk yolunda büyük destek olmamız gerekiyor. Destek olalım ki 4. yıldız dedikleri aslında bizim çoktan sahip olduğumuz o Şampiyonluk sayısına kağıt üstünde de kavuşalım. Ve bir kumpasa daha kurban gitmezsek, gelecek yıl Avrupa’da hedeflerimize daha emin adımlarla yürümeye kaldığımız yerden devam edelim. Yeter ki biz Hocamıza ve Takımımıza güvenelim, onların bizim rüzgarımızla, ulaşamayacakları başarı yok…

25 Aralık 2014 Perşembe

YENİ YILDA TÜRK FUTBOLU…

Türk futbolu deyince, bu aralar kimsenin aklına iyi şeyler gelmiyor doğal olarak. Herkes futbolunun dibe vurduğunu söylüyor, ama kimse bu hale getirenlerin hala yüksek mevkilerde yerlerinde durduğunu konuşmuyor nedense. Deniyor ki, Avrupa’da hiçbir takımımız başarılı değil, Milli Takımın hali içler acısı, ama kimse demiyor, Avrupa’nın bir numaralı kupasına hak eden gitmezse onun yerine haksız kazanç elde eden gidiyorsa bu normaldir diye. Veya Milli Takımın kalecisine küfür edenler yerine o küfürlere tepki koyan oyuncuyu cezalandırırsan takım içinde sevgiyi, saygıyı yakalayamazsın diye. Hep sonuçtan bahsediyorlar yani, kimse bu hale gelişin sebeplerini konuşmuyor nedense. Daha da beteri sebep olanlar hala kurtarıcı olarak baş tacı yapılıyorlar.

Bakıyoruz, Türk futbolunun lokomotifi diye lanse edilmeye çalışılan malum kulüp, Fenerbahçe’nin gitmesi gereken kupada mücadele ediyor. Sanki yaptığı SPK dolandırıcılığı ödüllendiriliyormuş gibi. Sanki Türk futbolunda ki kaosun sebebi  yöneticileri ve onların jurnalcilikleri değilmiş gibi. Ama herkes nedense hala onlardan medet umuyor. Başkasının hakkını gasp edenden, yatırımcıların paralarını çarçur edip transfer yapanlardan, daha önce tesadüfen kazandıkları başarıyı tekrarlamalarını bekliyorlar. Ama farkında bile değiller, Fenerbahçe’ye iftiralar atılmasa, kumpaslar kurulup elinden Avrupa’ya gitme hakkı alınmasa, Fenerbahçe’nin nasıl finansal olarak güçlenerek, Türk Futbolunu ileri götürebileceğinin. Mesela 3 Temmuz öncesinde ki oyuncuları bir hatırlayalım. Hepsi birbirinden değerli ve karakterli oyunculardı, ama ne yazık ki hepsi finansal sebeplerle gönderilmek zorunda bırakıldı. Halbuki Fenerbahçe’de bilmezmiydi SPK’yı dolandırıp o günü kurtarmayı. Ama zor olanı seçti ve taraftarının da desteğiyle ayağa kalkarak yeniden yapılanmaya gitti. Ve yine hatırlayalım 3 Temmuz sonrasında ki ilk Avrupa’ya gittiğimiz zamanı. Daha tam yapılanmadan Avrupa Liginde yarı finale çıktı Fenerbahçe. Ama sonra tabiki önü kesildi ve Avrupa kapısı kapandı yine ve Türk futbolunun malum olan bu hali ortaya çıktı.

Bu kulüpler bazında ki başarısızlığın sebebiydi. Bir de zaten tarihi boyunca çok parlak olmayan, ama son senelerde iyice dibe vuran  Milli Takımın içler acısı durumu var. Bakıyoruz şöyle bir Milli Takımda ki yapılanmaya, her yol denenmiş, ama olmamış gibi gözüküyor. Ama değişmeyen ve ülkemizin kangren haline gelmiş Milli Takım yöneticileri kimse tarafından görülmüyor. Yahu arkadaş yapılan her değişimde bir problem yaşanıyorsa, bir de bu değişimi yapanları değiştirmeyi denesenize demiyor, medyamızın çok bilenleri. Bakıyoruz Milli Takımın başına, dönüyor dolaşıyor hep aynı isimler, anormal maaşlarla, geliyorlar. Bir de üstüne kulüpçülük yapıp takım içinde sevgisizliği yaratınca, zaten başarı hayal oluyor. Örneğin bu değişmez Milli Takımlar sorumlumuzun mensubu olduğu kulübün taraftarları, ezeli rakibi olan kulübün oyuncusuna susmadan sövüyorlar, o futbolcu da haklı tepkisini gösterince, cezalandırılan o futbolcu oluyor, hem de ülkede yerini dolduracak düzeyde bir oyuncu bulunmazken. Sonra yenen saçma sapan gollerden zavallı oyuncular mesul tutuluyor. Ve yine kimse, yahu arkadaş sen bu takımda oynayacak şevk bırakmazsan, adaletli forma vermezsen, nasıl kazanma ruhunu aşılayacaksın diye sormuyor. Onun yerine futbolculara yüklenmeyi ve “X” gönderilsin “Y” gelsin demeyi tercih ediyorlar. Tabi bu “X’ler” ve “Y’ler” kulüpçülük yapılarak seçilmeye de devam ediyor. 


Bütün bunlara rağmen, özellikle medyamızın çok bilmişleri dut yemiş bülbül misali, bu sorunların hiçbirine değinmiyor ve tam tersi, verilen ve Türk Futbolunu bitiren bu kararları ayakta alkışlayarak adeta rakip ülkelerin ekmeğine yağ sürüyorlar. Ama kimse endişelenmesin. Milli Takımı bilemem çünkü o TFF’nin sorumluluğunda, ama Kulüpler bazında ülkemizin yüzünün gülmesi yakındır diye düşünüyorum. Tabi eğer yeni bir kumpasa kurban gitmezse Fenerbahçe. Çünkü Başkanımız ve yönetimimiz büyük bir hazırlık içersindeler ve Avrupa cezamız bittiği anda, büyük hedeflerle yine Avrupa arenasına çıkacağız. Maddi olarak hazırız, manevi olarak hazırız, daha da önemlisi şu an suskunluk içinde olan biz taraftarlarda büyük bir özlemle bekliyoruz Avrupa’yı. Ve 2015’e girdiğimiz bu günlerde hepimizin tek dileği bu yılın Fenerbahçe ve Türkiye’nin yılı olması. Ancak şunu da unutmamalıyız ki Avrupa’da özlemle beklediğimiz kupaya katılmakta bu yıl şampiyonluktan yani 4. yıldızdan geçiyor. Bu sebeple taraftarımızın da artık üzerindeki ölü toprağını atması şart ve eminim ki o ölü toprağını attığımız gün, 2015 önce Türkiye’de gelen şampiyonlukla, sonra Avrupa’ya tekrar atacağımız adımla Fenerbahçe’mizin yılı olacak. Herkese Mutlu Sağlıklı Seneler. 

22 Kasım 2014 Cumartesi

SEN BASINDAKİ ARKADAŞ!

Yetmedi mi saldırıların, kesmedi mi seni, yaptığın kötülükler, attığın iftiralar? Hiç mi için sızlamıyor gencecik sporculara saldırırken, sevdası için boyun eğmeden hapis yatmayı göze almış kişilere çamur atarken? Tamam anladık vicdansızsın, peki kavrayamadın mı hala Fenerbahçe’nin yıkılmayacağını? O zaman bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatalım bizde, ta ki kafana dank edene, ben ne yapıyorum diye düşünüp pişman olana kadar.

Bak arkadaş, birileri istiyor sende yazıyorsun gazetende, derginde. Gerçekliğine bakmadan ne gönderiliyorsa koyuyorsun sayfana ve sonunda mutlaka yalanın ortaya çıkıyor. Belki hizmetini gördüğün kişiler veya camialar anlık başarı elde ediyor gibi gözüküyor, ama onların anlık mutluluğu senin güvenilirliğine zarar veriyor. Belki çıkarın senin için ruhundan, vicdanından daha önemli, ama unutma sırat köprüsünden geçerken yanına sadece günahlarını ve sevaplarını alabileceksin. Ve haklarını yediğin her kişinin ahı hanene günah olarak yazılacak. 

Hani Aziz Yıldırım’ın ömründen yedi ya attığın iftiralar, işte o yediğin her bir saniye sana yıllarmış gibi gelecek diğer tarafta. Hani Aziz Yıldırım içerdeyken biz milyonlar aylarca göz yaşı döktük ya, işte o göz yaşlarında boğlacaksın belki de. Peki sen iftiranı attın milyonlarca ah aldın, ne oldu sonunda? Bak işte gerçekler bir bir ortaya çıkmaya başladı bile. Herşeyin kumpas olduğu, o kumpasın parçası olanlar tarafından bile itiraf edilmek zorunda bırakıldı. İşte Allah o kadar büyük. Ve inan daha gelmediyse, sıra sana da gelecek. Ya ahirette, ya kanunlar önünde sende çekeceksin cezanı, er ya da geç.

Bütün gerçekler ortaya çıkmaya başlayınca, sana yeni bir emir geldi değil mi? Bunlar toparlandı yine açık ara öne geçtiler maddi manevi olarak diye. O zaman hadi vuralım yine abalıya diye düşündün ve başladın yine iftiralara, yalanlara, kumpaslara. 

Sezon başladı, vur Fenerbahçe’nin yeni hocasına. Baktın olmadı, takım yine çabuk toparlandı, o zaman vur Emre’ye. Ama Emre, eski dünkü çocuk değil, yemedi doğal olarak. Şansa bak ki tam da bu sırada Volkan çıktı karşına. Ne yaptı adam? Hiçbir şey. Ama Allah’tan malum camianın malum paralı askerleri var tribünlerde. Ve tesadüfe bak ki tam da onların önünde bir Milli maç oynanacak. Ne duruyoruz dedin hemen. Hadi o zaman tahrik edelim Volkan’ı kopsun yaygara. En zayıf yerinden vurdun adamı. Ailesinden, sevdiklerinden. Kendi sahasında rakip futbolcu hissettirdin kendisini, hemde Milli takımın başarısız olması pahasına. O da terketti sahayı başı dik bir şekilde.

Tüh bu da olmadı derken, sen çıktın sahneye. Volkan staddan ayrılırken, arkadaşlarınla çıktın adamın arabasının tepesine, çaktırmadan ittirdin, tahrik ettin. Hatta arada bir iki sinkaflı sözde söylediğinden bahsediliyor. Yine gelmedi Volkan oyuna ve bindi arabaya gitti. Ama söylediğin sözlere orada tahammül edemeyenler oldu ve amacına ulaştın bu sayede. Bir iki kişide arada hafif tekme, yumruk yiyince, oldu sana linç haberi. 

Ama yetmedi bu haber sana değil mi? O zaman hadi süsle biraz. Mesela azmettiricisi olsun bu kavganın. Sen imada bulun nasılsa rakip camialar devamını getirir. Önce Emre ve Volkan talimat verdi dedin, olmadı. Aha buldum dedin bu sefer. Ve Aziz Yıldırım’ı koydun hedefe, nasılsa geçen gün soyunma odası basarım gerekirse demişti. Ben de bu lafı kullanırım o kavga gorüntüleri ile birlikte, nefis algı yönetimi olur diye düşündün. Ve evet sayende çeşitli men cezaları aldı Aziz Yıldırım, hatta Volkan’ın da belki Milli Takım hayatı sona erdi. Peki Fenerbahçe’ye zarar verebildin mi? 


Yoook!, veremedin arkadaş. Hem de hiç veremedin. Hep bunları yaparken unuttuğunu yine unuttun. Fenerium poşetini bile, üzerinde Fenerbahçe amblemi var diye çöpe atmaya kıyamayan insanların, başkanlarını ve kaptanlarını sana yedirmeyeceğini unuttun. Söz konusu Fenerbahçe olunca Fenerbahçe’linin gözünü çöpten sakınmayacağını unuttun. Ve muhtemelen ilk gelen emirle, yeni görevini ifa ederken, yine unutacaksın boyun eğmeyen o insanları. Belki taraftarı bölmeye çalışacaksın bir kez daha, ama hayal kırıklığına uğrayacaksın yine. Sen akıllanmayacağına göre bu döngü, sen ya bu dünyada adalet karşısında, ya da ahirette hesap verene kadar da devam edecek. Ama şunuda unutma bu zulüm sonsuza dek sürmeyecek arkadaş!

25 Ekim 2014 Cumartesi

TAM ZAMANI ŞİMDİ...



Geçen ayki yazımda bahsetmiştim, beşinci yıldızımızın yanına dördüncüsünü(!) takmak için kocaman bir yarışın içine girdik bu sene diye. Ancak Ekim ayı sonunda ki tabloya bakınca, lige çok fazla motive olamadığımız belli oluyor. Gerçi yeni kanuni düzenlemeler ve getirdiği pasolig uygulamasıda taraftar için ciddi bir motivasyon sorunu yaşattı diyebiliriz. Bir de buna sakatlıklar ve gol yollarında ki oyuncularımızın formsuzluğu eklenince, ne yazık ki Kasım ayına çok ta istediğimiz bir yerde başlayamadık puan tablosunda. Ama artık silkelenmenin, toparlanmanın zamanı geldi. Biz Fenerbahçe’liler Kasım’ları severiz ve bu Kasım’da ayağa kalkmanın ve hak ettiğimiz liderlik koltuğuna oturmamızın tam zamanı. Dolduralım tribünleri, sahip çıkalım takımımıza, hocamıza ve başlayalım tekrardan “Şampiyonluk Şarkılarına”.

Gerçekten trajikomik bir durum, 28 kere şampiyonluk yaşamışız, ama yirmincisi için mücadele veriyoruz. Ve ne yazık şu an bu yanlışı düzeltebilecek bir merci bulunmuyor. Bize de bu durumda canımızı dişimize takarak dördüncü yıldızı göğüsümüze takmak düşüyor. Rakibimiz bu konuda oldukça motive bir tavır sergilerken, zaman zaman komik duruma düşsede, mesela kek kalıpları içinde pozlar vererek, hayal kırıklığına uğradığı Şampiyonlar Ligi maçı sonrası alenen açıkladı tek amacının dördüncü yıldızı takmak olduğunu. Katılmak için o kadar dümen çevirdiği bir turnuvadan dördüncü yıldız uğruna rakibimizin feragat etmesi, bu senenin onlar için önemini anlatmaya yetiyorda artıyor bile.  Bu durumda bizim her zamankinden daha dikkatli, özverili, güçlü ve birlik içinde olmamız kaçınılmaz. Bu sebeple pasoligin üzerimize örttüğü ölü toprağını biran önce kaldırarak tribünlere koşmamız şart diye düşünüyorum. Çünkü ancak bu şekilde futbolcularımız saha içinde mücadele ederken, saha dışı oyunlarına göğüs gerebiliriz.
Saha dışı oyunlar demişken, sebeplerinede değinmek gerekir. Takımımızın ilk 6 hafta çok iyi sonuçlar alamaması tartışmalara yol açmış gibi gözüküyor. Ve bu durum, malum medya mensupları tarafından abartılarak servis ediliyor her zamanki gibi. Takım içinde huzursuzluk varmış gibi gösterilmesi, saha dışı oyunlarının en bilineni. Diğeri de herkesin malumu üzere, hakemleri etki altına alarak, Fenerbahçe alehine veya rakipler lehine kararlar alınmasını sağlamak ki, bu da şuana kadar iyi işlemiş gözüküyor. Tabi bir de buna takımın ve hocamızın moralinin bozulmasına yönelik saldırılar eklenince yaşanan olumsuz sonuçlar kaçınılmaz görünüyor. Ama bizler biliyoruz ki hepsi sadece bir maçla düzelebilecek aksaklıklar bizim için. Tamam belki saha dışı etkenlerden bazılarını tamamen safdışı bırakamayız, ama takıma desteğimizle ve hocamızın arkasında durarak daha öncekiler gibi yine savaşımızı kazanabiliriz. Muhteşem desteğimizle Fenerbahçe geçen sezon kaldığı yerden ligi domine etmeye devam edebilir. Çünkü bu sezonun başında takım herkesinde yakinen takip ettiği gibi çok çalıştı ve fiziksel anlamda ciddi şekilde güç kazandı. Oyuncularımızın teknik kapasitesininde lige göre ne kadar üstün olduğu herkesin malumu. Kendilerini gösterebilmek için sadece arkalarındaki gücü hissetmeleri yeterli olacaktır.


Sözün özü, tamam pasoligin uğrattığı zararlar, rakiplere sağlanan saha içi ayrıcalıklar, oyuncularımızın yaşadığı şanssız sakatlıklar ve formsuzluklar, hepsi ama hepsi üstüste geldi. Ve evet bunların bazıları malesef ligin son haftasına kadar devamda edecek gibi gözüküyor, ancak bizim Fenerbahçe olduğumuzda unutulmamalı. Ve dördüncü yıldız dedikleri 29’uncu şampiyonluğumuzun startı artık verilmeli. Tek yürek olunmalı. Hocamıza, oyuncularımıza koşulsuzca destek verilmeli. Tribünler hınca hınç doldurulmalı ve bir dakika susmadan Şampiyonluk Şarkıları söylenmeli. Biliyorum bu dediklerimin yapılması için hiçbir hatırlatmayada gerek yok. Çünkü zaten sizler bu yazıyı okurken büyük bir ihtimalle zaten taraftarımız yapması gerekeni yapmış olacak. Ben sadece tarihe not düşmek adına yazıyorum ve diyorum ki, haydi Fenerbahçe, şampiyonluk yolunda tek yürek olmanın TAM ZAMANI ŞİMDİ…

24 Eylül 2014 Çarşamba

5 YILDIZLI TAKIMIN 4’ÜNCÜ YILDIZ YARIŞI…

2014-2015 sezonunun başlamasıyla beraber gazetelerde, televizyonlarda, kulüplerin internet sitelerinde yeni sezon için iyi niyet, centilmenlik temennileri de yerini aldı. Her biri birbirinden güzel dostluk temennilerini de en çok rahmetli Lefter Babamızla, rahmetli Metin Oktay’ın santrada el sıkıştıkları meşhur fotoğrafla desteklediler. Gerçekten aklı başında olan her insan, bu temennilere katılırken, meşhur fotoğrafı görünce de iç çekerek inşallah demekten kendini alamıyor doğrusu. Yalnız ne yazık ki fotoğraftaki ve o dönemdeki diğer efsanelere bu vefa görünümü sadece sezon başlarındaki manşetlerde kalıyor. Hele ki bu manşetin altındaki diger haber “Fenerbahçe ve Galatasaray’ın 4’üncü Yıldız Yarışı” olunca, eminim ki hepsinin kemikleri sızlıyordur. Neden mi? Çünkü bu kahramanların oynadığı ligler, kazandığı şampiyonluklar ne yazık ki TFF tarafından geçerli sayılmıyor ve istatistiklerde yer almıyor. Ve en acısı Fenerbahçe Kulübü dışında bir Allah’ın kuluda bunu dile getirmiyor. Özellikle bu sene 5’inci yıldızımızın yanına 4’üncüsünü(!) takmak için yarışa girdiğimiz rakibimizden çıt yok. Halbuki pek severler her fırsatta efsanelerinin resimlerini stadlarında kullanmaya. Ama nedense o kişilerin kaldırdıkları kupaları kupadan saymayı tercih etmezler. Bunun tek sebebi de ne yazık ki eski şampiyonluklar sayılırsa istatistiklerde Fenerbahçe’nin gerisine düşecekleridir. Yani kupa için onurunu satmaktan çekinmeyen yöneticiler kupa sayısında geride gözükmemek içinde efsanelerini hiçe sayıyorlar. Ve 2014-2015 sezonunu 4. yıldız yarışı olarak önemli kılmak adına yıldız şeklinde kek kalıpları içinde poz vermekten kendilerini alamıyorlar.

Her neyse sonuçta 28 kere şampiyonluk yaşamış ve göğüsünde gerçekte 5 yıldız bulunan Fenerbahçe, TFF’nin, ezeli rakiplerinde itiraz etmediği, uygulamasıyla bu sezon 5’inci yıldızının yanına 4’üncü(!) yıldızı takmaya çalışacak. Yani bu sezon hepimiz için çok önemli. Yanlış anlaşılmasın, sezonu önemli yapan takılacak yıldız değil, o yıldız uğruna ezeli rakibimizin daha ligin ilk haftalarında başladığı ve giderek artacak olan çamur atma kampanyaları. Evet daha ilk haftalardan Başkanımıza, hocamıza ve sporcularımıza karşı planlı saldırılar başladı bile. Henüz her biri birbirinden komik olan iddilara itibar eden aklı başında insanlar olmadı, ama saldırıların dozu arttıkça ne olur bilinmez. Bu sebeple görev yine biz Fenerbahçe’lilere düşüyor. Atılacak iftiralara, oynanacak oyunlara karşı hazırlıklı olmamız ve bir an bile kulübümüzü yalnız bırakmamamız gerekiyor. Feneriumlara akın etmemiz, bir milyon üye projesinde elimizi taşın altına sokmamız ve belki de yine sokaklara dökülmemiz gerekiyor. Sonuç her ne olursa olsun kulübümüzün ve oyuncularımızın arkasında durmamız gerekiyor. Sözün özü Fenerbahçe’li duruşumuz çok gerekiyor bu sene.

Futbola gelirsek, sezon öncesi ve ligin ilk haftalarına bakınca, takımımızın kalitesinin diğerlerinden çok daha yukarıda olduğu açıkça belli oluyor. Ancak masa başı oyunlar bizi zorlayacak gibi gözüküyor. Yeni transferimiz Diego’nun takıma güç katacağı kesin, takımın hırsıda daha ilk haftalardan belli oluyor. Bu sebeple eğer sonuçlar sadece saha içinde alınırsa, yeni sezon için hiçbir endişe duymuyorum açıkçası. Takım içindeki dostlukta kaldıği yerden devam ediyor, bazen oyun içinde kazanma hırsından kaynaklanan tartışmalar oluyor ve malum kişilerce hemen kullanılmaya çalışılıyor, ancak sporcularımız gereken cevabı anında veriyor ve heveslerini kursaklarında bırakıyor. Yönetimimiz her daim takımın yanında ve bütün problemleri çözmek için 7 gün 24 saat çalışıyorlar. Başkanımız keza öyle. Yani başarı için bütün yapılması gerekenler yapılmış, iş sadece biz taraftarlara ve sahada futbolculara kalmış durumda. Bizler stadları doldurur,  Fenerium’larda forma, atkı, şapka bırakmazsak, her kötü şartta kulübümüzün yanında olursak. Futbolcularımızda yenilseler bile maçın sonunda formalarını emekleriyle sırılsıklam yaparlarsa saha dışı oyunlarda bize vız gelir ve amacımıza daha önce defalarca yaptığımız gibi yine hakkımızla ulaşırız. 


Sonuç olarak, 28 tane birbirinden değerli şampiyonluğumuzun yanına 29’uncusunu katmak için büyük bir yarışın içine girdik her sene olduğu gibi. Belki, Lefter Babamızın ve diğer efsanelerimizin emekleri hiçe sayılmış ve şampiyonluk sayımız kağıt üstünde 19 olarak gözüküyor, ama biz biliyoruz ki 28 tane birbirinden değerli alın teriyle kazanılmış şampiyonluğumuz var ve herbirine tek tek sahip çıkıyoruz. Ancak bunun mücadelesinide en yakın zamanda resmi olarak başlatmalıyız diye düşünüyorum, bu bizim efsanelerimize karşı en büyük görevimizdir. Diger taraftanda 5’inci yıldızımızın yanına 4’üncüsünü(!) takmak içinde büyük bir sezon bizi bekliyor. O 4’üncü(!) yıldızıda ilk biz takarsak göğüsümüze, onların istatistiklerinde de öne geçmiş oluruz. Bu da büyük bir psikolojik üstünlük sağlar bize. Kaldı ki eğer bir de gerçekte ki şampiyonluk sayımızı, TFF’ye kağıt üstünde de saydırabilirsek ve 2014-2015 sezonunu da şampiyon tamamlarsak. 2015-2016 sezonu bizim için daha da büyük bir önem kazanır çünkü o zaman 6’ncı yıldız için mücadele ederiz. O da ballı kaymak olur. Bu arada aklıma gelmişken, biliyorsunuz biz Fenerbahçe’lilerin kalbinde 6 sayısının yeride ayrıdır.