24 Mayıs 2013 Cuma

Kerem'in İlk Kadıköy Hikayesi...

En büyük hayallerimden biriydi oğlumla beraber Fener'in maçına gitmek. Bu bana 2010-2011 sezonunda nasip oldu ilk defa. Büyük oğlum Eren henüz 3 yaşındaydı o yıl ve ilk kez Kadıköy'ü bir Altay kupa maçında gördü. Daha o yaşında maçı ilgiyle izlemesi beni hem çok şaşırtmış hem de çok mutlu etmişti.Çünkü bu ilgi birlikte gideceğimiz maçların da habercisiydi benim için. Ve şimdi en az Eren'in ilk maçı kadar beni heyecanlandıran ikinci hayalime sıra gelmişti. Küçük oğlum Kerem'in ilk kez Kadıköy'le ve Fenerbahçe'siyle tanışacağı güne. Gerçi Kerem, abisinin evde söylediği marşlardan dolayi biraz daha fazla hakimdi olaya. En azından çok fazla telaffuz edemesede, bir çok futbolcumuzu tanıyor, televizyona çıktığında başlıyordu isimlerini saymaya. Ama o müthiş atmosferi yaşamadan asla anlamayacaktı Fenerbahçe sevgisini. Ve sonunda o gün gelmişti. Kerem artık hazırdı maça gitmeye.

Havaların ısınmasıyla ve Kerem'in 3 yaşını doldurmasıyla beraber, ilk maç organizasyonunu yaptım. Kerem'in de ilk maçı abisinin ki gibi stressiz bir maç olsun istedim ve Akhisar maçına götürmeyi planladım. Bunun sebebi Kerem'in mümkün olduğu kadar bayram havasında maçı izlemesini istememdi. Ve maçtan birgün önce İstanbul'a yola çıktık. İçim içime sığmıyordu.  Yolculuğumuz herzaman ki gibi çok gürültülü ve bol Fenerbahçe marşlı geçmişti. İstanbul'a vardığımızda hepimiz çok yorulmuştuk. Ertesi sabah uyandığımızda içim daha da kıpır kıpırdı, önce Ankara'lı, İstanbul'a yerleşmiş olan arkadaşlarımızla buluştuk ve günlerden pazar olmasını da değerlendirerek brunch yaptık. Hava çok güzeldi, ancak vakit bana bir türlü geçmek bilmiyordu. Maçtan 2 saat kadar önce arkadaşlarımızla vedalaşıp, kaldığımız halamın evine gittik. Formalarımızı bir 10-15 dakika içinde giyip kendimizi hemen Bağdat Caddesine attık ve stada doğru yürümeye başladık. Cadde her zaman ki gibiydi, her yer sarı lacivert guzel insanlarla doluydu. Yolda yürürken fotoğraflar çekiyorduk ve daha sonra bu resimlerden birine baktığımda göz yaşlarımı tutamadım. Bana "Bir Sabah Babam Tuttu Elimden, Götürdü En Sevdiğim Renklere" tezahuratını hatırlatmıştı. Beni de ilk büyükbabam götürmüştü bir futbol maçına, ancak Fenerbahçe maçı değil Milli Takım maçıydı o maç. Aklıma o günde gelmiyor değildi. Her neyse, uzun bir yürüyüş sonrası stada vardık. Ve stada girdik.

Stadın içine adım attığımızda, artık oraların kurdu olan Eren hemen yerimize doğru koşmaya başladı. Kerem ise hayretler içinde tribünlere bakıyor, ağzını kapatmakta zorlanıyordu. Sonra bana baktı ve heyecenla birşeyler anlatmaya çalıştı. Dili çok dönmesede sahada ısınan Webo'yu parmağıyla işaret ederek "Çikolata Sow" demeye çalışıyordu. Webo'yu Sow sanmıştı. Bu yanılgı onun için normaldi, çünkü forma numaraları olmasa sırtlarında herkes bu hataya düşebilirdi.  O kişinin Webo olduğunu anlatmaya çalışsamda, Kerem  inatla hayır dedi ve Sow olduğunu iddia etti. Bende sonunda pes ettim ve peki dedim. Yerimize oturduk. Kuzenim Emre, eşim Hande, ben ve çocuklar, birlikte izleyecektik maçı. Kombine komşularımızla selamlaştıktan sonra yerlerimize oturduk. Maç başladı her zaman ki gibi kuzenim yine geç kalmıştı maça ve maçın 2. dakikasında stada gelmişti. Çocuklar ilgiyle izliyordu maçı. Özellikle Kerem büyülenmiş gibi bakıyordu sahaya. Arada tribünler şova başlayınca gozlerini faltaşı gibi açıp onlara hayretlerle bakıp "baba bu ne?" diye soruyordu. Sonra hepimiz maça konsantre olduk. Hatta Sow'un direğe çarpıp kale çizgisini geçen, ancak hakemin golü vermediği pozisyonda, öyle bir kendimizden geçmişiz ki, bir iki dakika Kerem'i kaybettik. Eşim bana Kerem nerde diye sorduğunda ben kuzenim Emre'nin kucağında olduğunu söyledim, ancak bir baktık orda yoktu. Emre'ye sordum o da bilmiyorum diye cevap verdi. Bir anlık paniğin ardından Kerem yanımızda oturan kombine komşumuz bayanın kucağında çıktı. Daha sonra bayanın ifadesiyle öğrendik ki hakeme serzenişte bulunurken kuzenim tutarmısın diye kendisine vermiş çocuğu. Ama Kerem o dakikalarda halinden oldukça mutlu birşekilde oturuyordu bayanın kucağında. 

Sonra ilk gol geldi. Eren'le ve Kerem'le evde maç izlerken yaptığımız bir uğurumuz var. Her golden sonra her ikisine de havaya fırlatırım, onlarda havadayken golü atan futbolcnun adını bağrırlar. Önce Kerem sonrasında da Eren kucağıma atladılar ve statta da aynı gol sevincimizi yaşadık. Kerem çok keyiflenmişti. Maça olan, ama gol gelmedikçe azalan ilgisi golle beraber tekrar yerine gelmişti. İkinci golle beraber ise hepimiz rahat bir nefes almanın etkisiyle tezahuratlara başlamıştık. Bu arada telefonum ısrarla çalıyor ve  mesajlar geliyordu. Ancak maç izlerken telefona bakmadığım için sebebini sonradan öğrendim ısrarlı aramaların ve mesajların. Kerem ilk maçında televizyona çıkmış meğerse. Gol sevinci yaşarken kameralar Kerem'i çekmişler. Akşam eve gittiğimizde ilk işimiz o görüntüleri bulmak oldu. Maç Fenerbahçe'nin iki golüyle sona erdi. 
Maç çıkışında taksi bulmanın imkansızlığından dolayı bir müddet yürüdük, hava hala çok güzeldi. Ancak Eren'de Kerem'de çok yorulmuşlar, uykuları gelmişti. Yol üstünde çok güzel bir hamburgerci de yemeğimizi yedikten sonra, taksi bulduk ve halamın evine doğru yola çıktık. Her ikiside üstlerinde formaları, ellerinde sıkı sıkı tuttukları küçük bayraklarıyla annelerinin kucağında uyuyakaldılar. Eve gelip onları yatağa koyduktan sonra, oturdum ve maçın tekrarını izledim.Yatmaya giderkende Allah'ıma şükrettim, bana bu güzel günü yaşattığı ve iki tane sağlıklı evlat verdiği için. Ve bir de rahmetli büyükbabama teşekkür ettim, benim bu gurur duyduğum takımın taraftarı olmama sebep oldu diye. Onun bana bu mirası, benim çocuklarıma mirasım olacak. Ve Fenerbahçe asla yalnız kalmayacak!


21 Mayıs 2013 Salı

SÖZDE SEVGİ KELEBEKLERİ...


Benim tevellüdüm yetmez eskilerin anlattığı, Fenerbahçe’li taraftarla  Galatasaray’lı taraftarın kol kola maça gittiği, tribünlerde beraber oturduğu dönemleri hatırlamaya. Ve biliyorum ki ömrümde yetmeyecek bu anlatılanları görmeye. Gerçi görmeme de gerek yok böyle bir tabloyu. Benim için insanlar öldürülmesin, iftiralar atılmasın, bir kupa uğruna vatandaşlar dolandırılmasın yeter. Bunların önüne geçmekte aslında çok zor değil, ancak televizyonlar karşısında yalandan sevgi kelebeğine dönüşenlerin de onları pohpohlayanların da biraz çaba sarfetmesi ve kanunların herkese eşit uygulanması gerekiyor. 

3 Temmuz sürecinde yaşananlar sonrasında birçok yeni kanuna ve düzenlemeye imza atıldı. Bunun sebebi de sporda şiddeti, düşmanlığı ve usulsüzlüğü önlemekti. Ancak nedendir bilinmez, bir iki gariban dışında ve Fenerbahçe Spor Kulübü dışında kimse bu yeni düzenlemelerden nasibini almadı. Almadığı gibi müsabakalar çıkışında, stadlarda birçok yaralama olayı yaşandı. Ve sonunda korkulan oldu ve gencecik bir çocuk sırf forma rengi farklılığından dolayı hayatını yitirdi. Hangi konu bir insan hayatından önemli olabilir ki diye düşünürken, malum kesim bir iki dostluk mesajı verdikten sonra misyonlarına kaldığı yerden devam etmeye başladı tekrardan. Muzlarla, çileklerle yepyeni gündem oluşturarak bir mağlubiyeti örtme, rakibini, ülkesini feda etmek uğruna, küçük düşürme çabasıyla nifak tohumları sermeye devam etti. 

İlk önce muzdan girdiler konuya.  Bu ülkede olmayan ırkçılık kavramını bir muzla literatüre sokanların tek amacı Fenerbahçe Spor Kulübü’nü dünyaya kötü göstermekti. Ama bunu yaparken Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar verdiklerini farketmediler bile. Hele ki aynı muz 2007 yılında kendi stadlarında da Fenerbahçe’li futbolculara atılmışken. Ama onun anlamıda ırkçılık değildi. Bu yüzden kimse art niyetle bunu dillendirmedi. Talihsiz cinayette aynı gün olmuştu, ama nedense muz konusunun ömrü basınımızda daha uzun oldu. Sağ duyulu insanlarımız vardı Allah’tan her iki camianın da taraftarı olan ve bu sebeple muz konusu amacına ulaşamadı. Bu konuyu kaşımayla görevlendirilen dünyaca tanınmış sporcu denilen kişide mecburen u dönüşü yapmak durumunda kaldı.

Cinayet sonrasında yaşananlar ise trajikomikti ne yazık ki. Rahmetli Burak Yıldırım kardeşimizin ölümü sonrası malum camiadan birbirinden duyarlı mesajlar geldi. Ve yardakçıları da ayakta alkışladı bu sevgi dolu açıklamaları. Açıkça söylemek gerekirse, doğrusu da buydu. Cinayeti lanetlemek, yapanların cezasının takipçisi olmak ve bir daha tekrarlanmamasını dilemek gerçektende yapılması gereken bir açıklamaydı. Peki bunun hemen ertesi maçında bu söylemlerin aksine davranmak ve 6222 no’lu yasaya muhalif davranmakta neyin nesiydi? Nerdeydi bir hafta önceki sevgi dolu sözleri söyleyen insanlar? Cinayetten tam da bir hafta sonra açılan o talihsiz pankart, üzerine sahaya çıkarılan ufacık çocukların üzerinde bir tane Fenerbahçe forması olmaması bunlarmı dostluk kardeşlik barışı getirecekti? Tam da Ankara’da oynanacak ve son yıllardaki en büyük düşmanlığı yaşayan iki taraftarın aynı sayıda karşı karşıya geleceği maç öncesinde bunlardan birini aleniyen desteklemek neye hizmet etmekti? Sorunları çözmeyemi, ortamı savaş alanına çevirmeye mi? Artık bundan sonra ki cinayetleri, kavgaları, sokak savaşlarını keyifle izlersiniz sevgili sevgi kelebekleri. Çünkü şiddet sadece güzel temennide bulunarak bitirilemez. Söylediklerinin arkasında durmayı ve ona göre davranmayı da gerektirir. Ama ne yazık ki sizlerin ne niyeti var şiddeti bitirmeye ne de “fair play” ruhu ile rekabet etmeye. 

Yazımın başında benim tevellüdüm yetmiyor, kolkola maça gittiğimiz zamanları hatırlamaya demiştim ve eklemiştim ya ömrümde bundan sonra görmeye yetmez diye. Açıkçası bu mentalitede olan insanlarla değil kolkola maç izlemek aynı statta aynı rekabeti izlemekten bile nefret ediyorum. Hele ki onları ismi “Şeref “ olan tribünde görmekten gerçekten utanç duyuyorum. Şereflendirilen insanlar bunlarsa diğerlerinin ruh halini düşünmek dahi istemiyorum. Bu kişilere tavsiyem, önce özleriyle sözleri bir olacak sonra dostluktan bahsedecekler. Ben bu ve bunun gibi insanları önce Türkiye Cumhuriyet’i adaletine havale etmek istiyorum. Adalet bu işi çözermi, gerçekleri ortaya çıkarırmı sonunda bilmiyorum ama İlahi adalet en sonunda herkesin gerçek yüzünü ortaya çıkaracaktır diye düşünüyorum. Bunun için dua ediyorum.