20 Kasım 2012 Salı

ZAFERE KAÇIŞ...

Küçükken bir film izlemiştim. Başrollerini Sylvester Stallone, Michael Caine ve Pele paylaşıyordu. Hatırladığım kadarıyla film 2. Dünya savaşında geçiyordu. Nazi esir kampında ki esirlerle Alman milli takımı arasında, propoganda amaçlı bir maç düzenlenmişti. Kalede Sylvester Stallone vardı. Michael Caine ve Pele de sahada oyuncuydu. Hollywood için bile abartılı olan hakem kararlarıyla, ilk yarıyı Almanlar önde bitirdi. Ancak ikinci yarı, Michael Caine’in ortasına Pele öyle bir röveşata vurdu ki, bu vuruş durumu eşitledi. Son saniyede verilen bir penaltının Syvester Stallone tarafından kurtarılmasıyla da maç berabere sonuçlandı. Film de esirlerin dimdik ayakta duruşu ve yürekli mücadeleleri öyle güzel anlatılmıştı ki belki de 17 Kasımdaki maçın bu filmi hatırlatması bu yüzdendir. Bu duruş filmde Alman taraftarın bile esirleri desteklemesine sebep oldu. Sonunda da esirler halkın yardımıyla özgürlüklerine kavuştular.

17 Kasım akşamı, aynı mükemmel kurguda bir senaryo daha izledik. Bu seferki de abartılıydı, ama film değil gerçekti ne yazık ki. 3 Temmuzdan beri çevrilen filmin son sahneleri gibiydi. Gerçi bu filmin ikincileri, üçüncüleri de çekilecektir görüldüğü kadarıyla, ama 1. bolümün sonu 17 Kasımdaydı. 3 Temmuz tarihinden beri malum kesimler ve medya tarafından esir edilmiş bir takım, özgürlük maçına çıkıyordu. Bir galibiyet, takıma özgüven verecek ve rakibiyle puanını eşitleyip birçok gerçeği gözler önüne serecekti. Buna müsade edilmemeli, ve malum propganda ile Fenerbahçe’ye dur denmeliydi. 

Maç başladı, tıpkı filmdeki gibi dişe diş bir mücadele oluyordu.  Hakem Hollywood filmlerini bile kıskandıracak abartıda öyle bir karar verdi ki, rakibin plaka numarasıyla aynı dakikada Fenerbahçe 10 kişi kalıverdi. Tesadüfmü, filmden esinlenilmişmi bilinmez ama maçın gidişatı filmle birebir aynı gidiyordu. Yine hakemin küçük bir yardımıyla filmdeki son dakika penaltısı, maçın ilk yarısının son dakikasında gelmişti. Ancak Volkan, Sylvester Stallone gibi penaltıyı kurtaramadı malesef, belki de dublör kullanmadığı içindir. Ve filmdeki gibi, devre arasında Fenerbahçe’de esirler gibi mağlup gitti soyunma odasına. Soyunma odasında birşeyler konuşulmuştu bu çok belliydi. Ve ikinci yarı daha da inanmış, haksızlıklara ve esarete başkaldıran bir takım çıktı sahaya. Maç daha da sertleşmiş, kanla ter birbirine karışmıştı. Sonra aynı filmdeki gibi bir gol geldi. Hani Michale Caine’in ortasına Pele’nin röveşatası gibi. Ama kahramanlar farklıydı bu sefer. Kuyt ortaladı Sow vurdu röveşatayı. Bu golün ardından maç berabere bitti. Maçla filmin tek ayrıldığı yer de aslında maç sonuydu. Filmdeki esirler beraberliği kutluyordu, ama 3 Temmuz’dan beri esir edilmek istenilenler daha da fazlasını yani galibiyeti istiyordu ve alamadıkları için üzgündüler. Yine de dimdik ayakta ve onurlarının verdiği gururla, başları dik ayrıldılar o sahadan.

Belki bu sonuç Fenerbahçe için büyük bir kayıp, hem avantaj, hem de moral olarak, ama takımın gösterdiği karakter öyle KOCAMANDI ki, taraflı tarafsız, aklı selim olan herkes tarafından alkışlandı ve dosta düşmana gereken mesaj verildi. Herkes anladı ki Fenerbahçe esaret altına alınamaz, tetikçiler tarafından maçlarda puan kayıplarına uğratılsa da, gerçek anlamda Fenerbahçe yenilemez. Ve biz Fenerbahçeliler 17 Kasımdaki kurgu sayesinde, unutmadığımız 3 Temmuzda başlayan linç girişimini tekrar hatırladık. Şimdi saflar daha da sıklaşmış vaziyette, mücadelemize daha fazla sahip çıkacağız. Çünkü biliyoruz ki Zafer yakında, ama filmdekiler gibi biz Zafere Kaçmayacağız, emin adımlarla kolkola, omuz omuza Zafere doğru yürüyeceğiz. Gerisini art niyetliler düşünsün!