12 Ekim 2011 Çarşamba

Söz Konusu Fenerbahçe'ye Destekse Yaş Teferruattır...

Suçlamalar, cezlar, komik uygulamalarla sindirilmeye çalışılan, kulübüne desteğini kesmedi diye, iftiraları kabullenip Başkanını satmadı diye, komik bir cezayla takımından ayırılan Fenerbahçe taraftarı, sokaklarda, cezaevi kapılarında, hastanelerde hep destek çıkarak camiasına, sabırla bekledi takımıyla buluşacağı günü. Hep ertelendi, hep ertelendi, ama sonunda büyük buluşma gerçekleşti..... İşte size oğlumla beraber yaşadığım o muhteşem gün...  İçim buruktu belki, ama aylardır da bu günü bekliyordum....

...Ve beklenen gün gelmiş, Fenerbahçe taraftarı, aşkıyla, kendi evinde buluşacaktı. Aylar öncesinden alınan yeni formalar ütülenmiş, bayraklar ortaya çıkmış ve o buluşma günü, günler öncesinden beklenmeye başlamıştı. Maç İBB takımıylaydı ve Fenerbahçe'nin 1 sıra önünde ilk 4 hafta da liderlik koltuğunda oturuyordu. Yani normal şartlarda maçın sonucu önemliydi, ancak bu buluşmada ki coşkuyu, yapılan haksızlıklara isyanı, hiçbir sonuç etkileyemezdi. Bizim evde de durum böyleydi. İstanbul programı yapılmış, formalar, atkılar hazır, İstanbul'a ailecek gidilecekti. Ve inaılmaz şekilde Eren'de 3,5 yaşında olmasına bakmadan, holigan ruhuyla hazırdı maça gitmeye. Ancak sonra küçük bir aksilik oldu ve plan iptal oldu. Maça maç sabahı araba ile tek başıma gidecek ve akşamına da dönecektim. Bu durumda yorgunluk olur diye Eren'i de götürmeme kararı almıştım.  Sabah kalktık, Eren gelmeyi istemesin diye, çeşitli aktiviteler, eğlenceler planlamıştı annesi, sabah ilk iş dedesinin yanına gönderdik ki, ben rahatça evden kaçabileyim, ama orada duymuş benim gideceğimi ve hemen eve dönmek istemiş, "Babam bana söz verdi, bensiz gitmez" demiş. Ben de bu lafı duyunca, bir babanın sözünün ne kadar önemli olduğu fikriyle, bir an da O'nu da götürme kararı aldım yanımda. Giydi formasını ve atladı arabaya.

Yolculuk başladı, ancak daha ilk dakikalardan sancılı bir gidiş olacağı belli olmuştu. Daha gişelere varmadan, Eren'in midesi bulanmış ve kusmuştu. Daha yolun başındayız diye, O'nu eve bırakmayı önersemde Eren holigan ruhundan birşey kaybetmeyerek yola devam etmek istediğini, aksini söylersemde yaygarayı koparacağıni belli etmişti bana. Biraz oyalandıktan sonra devam ettik yola ve otoban üzerinde ki ilk mola yerimize kadar kazasız belasız geldik. Vardığımızda Eren yaklaşık yarım saattir uyuyordu, ancak birşeyler yemesi gerektiği için uyandırmak zorunda kaldım. Burger King'i görünce uykusu birden açıldı ve oyuncaklarıyla beraber, çocuk menüsünü aldı ve keyifle yemeğini yerken, o sırada maça gitmekte olan diğer Fenerbahçe'lilere de tebessüm atmayı ihmal etmedi. Yaklaşık 1 saatlik, yemek yeme, oyun oynama, tuvalet ve şekerci ziyaretinden sonra, tekrar yola koyulabildik. Eren hemen uyumuştu ve rahatça devam ediyorduk yola. İstanbul girişine geldiğimizde saat 16:00 civarıydı ve trafik vardı. Eren'de uyanmış, sıkılma belirtileri göstermeye başlamıştı. Trafikte dur, kalk yapmaktan yine midesi bulanmıştı ve bu sefer tam olarak arabanın içine yediklerini çıkarmıştı. İşte bu tam bir fiyaskoydu! Yarım saatte yol kenarında temizlik, üst değişim işleri ile uğraştıktan sonra yola devam ettik.

17:15 civarında, Suadiye'ye gelebilmiştik. Kombine kartlarımız halamın evindeydi, orda kuzenlerle buluşup, maça beraber gidecektik. Çok zamanımız kalmadığı için Eren'e 10 dakika yemek yedirip hemen çıktık evden ve stada doğru yola koyulduk. Bağdat Caddesi her zamanki gibi sarıy lacivertti, ancak her zamanki atmosferin aksine, insanların yüzünde coşku değil daha çok öfke belirgindi. Maçın başlamasına az bir süre kala stada girdik. İlk adımımızı attığımızda içimde her zamanki heyecan, mutluluk ve stadın güzel ışıklarını görme sabırsızlığı belirmeye başlamıştı. Eren'e baktım, gözleri faltaşı gibi açılmış etrafına bakınıyor, ve statta çalan marşa mırıldanarak eşlik ediyordu. Sonra birden, aylardır, bize yapılan haksızlıklara karşı yapılmış, her dinlediğimde gözlerimden yaşların aktığı o marş başlamıştı "Asla Yalnız Olmayacaksın". Bir baktım Eren'de öğretmediğim halde marşı söylüyordu. O anda da gözlerim doldu ve kendimi zor tuttum.

Ve saat 19:00 olmuştu bile, maç düdüğü çaldığı anda duymaya alışık olduğumuz ondan geri sayım ve o muhteşem tezahurat tribünleri sardı. Göz ucuyla Eren'e baktığımda elindeki çekirdekleri fırlatmış zıplamaya başlamıştı bile. İşte o an anladım oğlumun "çekirdekçi taraftar" denilenlerden olmayacağını ve ilerde boğazı patlayıncaya kadar takımına destek olacağını. Sonra düşünceler kafamda bir anda yok oldu ve aylardır özlemini çektiğim Fenerbahçe'mi konsantre bir şekilde izlemeye başladım. Başkanımız cezaevinden çıkana kadar daha önce de söylediğim gibi, futbolun kalitesinin, iyi oyunun ve sonucun hiçbir önemi yok benim için, bu sebeple maçın güzel anlarını, Alex'in, Stoch'un ve Gökhan'ın muhteşem oyunlarını yazmayacağım, Başkanım ve arkadaşları canlı izleyemezken, hiçmi hiç içimden gelmiyor yazmak, nispet yaparmış gibi. Bu sebeple Eren'in hikayesi olarak devam ediyorum.



Maç bittiğinde takım haklı galibiyetini almıştı ve birazcıkta olsa morallenmişti. Stattan hemen çıkmadık ve takımın bütün tribünleri tek tek gezerek selamlamasını izledik. Eren zevkten dört köşeydi, ne de olsa 4 gol görmüştü ve 4 kere tanıdığı tanımadığı kişilerin omuzlarında gol sevincini kutlamıştı. Stad boşaldığında, biz hala içerdeydik ve Eren'i gitmek için ikna etmeye çalışıyordum. O ısrarla Alex'le Volkan nerde, ne zaman tekrar sahaya çıkacaklar diye soruyor, bu arada koltukların arasında, maç sonu çalan ve bitmek üzere olan marşlarla dansederek benden kaçıyordu. Gerçekten komikliği görülmeye değerdi! Sonra bir şekilde yakaladım, omzuma aldım ve stattan çıktık. Her ikimizde çok yorulmuştuk. Bağdat Caddesinde yemek yiyip yola koyulduk. Eren arabaya bindiği dakikada horlamaya başlamıştı ve bende bunu fırsat bilip, hiç durmadan Ankara'ya dönmüştüm. Pazartesi günü Eren'i annesi okuldan almaya gittiğinde, bütün herkes biliyormuş Eren'in günübirlik maç macerasını. Artık beni ayıpladılarmı, çocuğa bu yorgunluğu yaşattığım için, deli mi dediler arkamdan bilinmez, ama oğlumla yaşadığım maç maceralarımızdan aldığım zevki başka hiçbirşeyden alamaz oldum. Küçük oğlumda iki yaşını bitirsin, O'nu da sabırsızlıkla bekliyorum diğer yanımda. Ne dersiniz? Çok mu erken? Ama Ağaç Yaşken Eğilir!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder